Artık bir şefimiz var, her belayı o savar...
İnsanların, peşine takılacak bir lider arama hikayesi çok eskilere dayanıyor. Daha ilk çağlarda insanlar, en ufak topluluklar halinde yaşarken bile bu ihtiyaç başlamış aslında.
O devirlerde, ne zaman bir lider gerekli olsa, o topluluk ufak bir istişare yapıp, işin kotarılması için gerekli lider kişiyi aralarında belirliyorlar. İş bitince mesela o günkü av, o kişinin konumu da eskisi gibi herhangi birininkinden farklı olmuyor.
Anlayacağınız bugünküler gibi kıyak emeklilikler, bir yere başkan oldu diye hayat boyu kendisine ‘başkanım’ diye hitap edilenler falan yok o zamanlar. Herkes eşit, sadece işin gereği kadar konum sahibi oluyorlar.
O çağda insanoğlu gezici, hiç bir yerde çok uzun süre duramıyor. Aynı hayvan sürüleri gibi insanlar da doğa koşullarının gerektirdiği her an, hep birlikte yer değiştiriyorlar. Bu uzun yürüyüş görüldüğü üzere bugün bile devam ediyor. Farklı zemin ve şekillerde.
Yani aslında ‘yerli’ diye bir şey neredeyse yok. Yalnızca belli bir bölgede diğerlerinden çok daha uzun süredir yaşayanlar var. Bugün de dahil göçler hala sürüyor ve sonu gelecek gibi de görünmüyor.
Ama insanoğlu, doğaya ait yer isimlerinin bazılarını bile kendine göre vermeye ihtiyaç duyuyor. Hatta bunu kendi egemenlik alanı olarak görüyor. Oranın etrafını çevirip, benim diyor. Dolayısıyla zamanla doğanın kendi özelliklerinden kaynaklanan yer isimleri, yerlerini orada yaşayanlara göre belirlenen isimlere bırakıyor. Almanya, Macaristan, Amerika Birleşik Devletleri gibi.
Yerel adlar yaşayan en küçük topluluklarda kalıyor. Devletlerin koyduğu resmi isimlere rağmen hala bazı köy ya da dere isimleri eskileriyle anılıyor mesela. Bu pek çok yerde böyle. O da asıl ismin egemenler ve yasalar yoluyla hala öldürülememiş olmasından.
Geçtiğimiz gün Twitter’da #nasılbirtiyatro diye bir başlığa denk geldim. Tiyatrocular tarafından açılmış bir başlık ve kampanyaydı. Bir tesadüf eseri bir arkadaşımın bana yaptığı yorum zihnimde Keşanlı Ali Destanı’nı durduğu yerden bulup çıkarınca, Youtube’da eski videolarının olduğunu hatırlayıp oturup yeniden izlemeye başladım. Keşanlı Ali’nin sevdiğim şarkılarından biri çalıyordu o anda ve sözleri de şöyle;
‘Artık bir şefimiz var,
Her belayı o savar,
Şefin var mı yan gel yat
İçin ferah kafan rahat
Derdin varsa sallama
Düşünme hiç keyfine bak
Şef tarihler döndürür
Şef olmazlar oldurur
Şef yağmurlar yağdırır
Şef demişler buna uy
Suni gübre misali
Mahsul bile aldırır
İnsanın eski huyu
Kendine hep bir put yapar
Oldum bittim böyle bu
Kendi yapar kendi tapar
***
Şarkı bitti.
Canım sıkıldı.
Keşanlı’yı kapatıp televizyonun başına geçtim. Biraz haberlere bakayım dedim. Yine liderler iş başında. Biri öbürüne laf çakıyor. Diğer çok zeki cevaplar verip sempati hanesine bol puan yazdırıyor. Bir başkası o kadar bilmiş ki ne dese doğru edasıyla kürsüden kurum kurum kuruluyor.
Kanalı değiştirdim biraz da başka ülkeler de ne oluyor bakayım dedim. Değişen pek bir şey yok orada da. En ‘hümanist’ şefler, ülkesi silah ihracatında şampiyon olanlardan çıkıyor.
Düşündüm. İnsanlar için egemenlikleri, etiketleri, sahip oldukları ne kadar da önemli. Dünya’yı kapitalist sistem yönetiyor. Bu sisteme göre sahip olduğun, tükettiği kadar varsın. Bu sistemi sorgulamadan yaşayan insanların da, bu kadar etiket meraklısı olmasına, her şeyi kendi etiketi ve diğerleri üzerinden algılamasına şaşmamak gerekiyor bu durumda.
Toplumlar, bizimkiler gibi özel gereksinimli çocukları da, farklı bireyleri de hiç bir zaman kayda değer bir etiketleri olamayacağı düşüncesiyle bu kadar kenara itiyor. Tüketilebilir bulmuyor. Hatalı üretim gözüyle bakıyor.
Tabii ki tüm bu kurgu, artık yerleştik, göçebe değiliz, doğa, onun kaynakları, dereler, topraklar hepsi bizim diye düşünerek yapılıyor. Yerleşik düzen bir daha hiç değişmeyecekmiş gibi.
Oysa bugün buradayız, yarın nerede olacağımız belli değil. Bir deprem, bir sel, bir savaş hepimizi Dünya’nın farklı köşelerine savurabilir.
Bakalım tüm Dünya’yı yöneten ve insanlığı göz göre göre bir uçurumun kenarına sürükleyen bu ‘şefler’, bizi gözlerini kırpmadan yok ettikleri doğanın gazabından kurtarmayı da becerebilecek mi? Yaşayıp göreceğiz.
YORUMLAR