Gözlerin bana içine düştüğün kuyuyu hatırlatıyor

Lapa lapa kar yağıyor. Burada ne işim var diye soruyorum. Başka yerlerde olma imkansızlıklarımın sebeplerini saymayacağım. İşte buradayım. Ben bir çitlembik ağacıyım. Kafamda sevdiğim yöneticinin hayalini kurarken seraya doğru ilerliyorum. Bitkiler labirentinin içinden yürüyüp deniz manzarası muhteşem bir banka oturuyorum.


Birazdan ezan okunmaya başlıyor. Kafam boşalıyor. Ellerim titreyerek bir sigara yakıyorum. Üşüdüğümden mi ürperdiğimden mi bilinmez sigarayı içerken zorlanıyorum. Ayırt etmenin, yaşadığım tekdüzeliği artırıp artırmadığını düşünüyorum.


Kulaklığımı taktığımda Tindersticks çalıyor. My Sister. Şiir mi desem şarkı mı, şarkı mı desem hikaye mi.






O an çok acayip bir şey oluyor.




Bir haftadır yanımda yöremde dolanan ve o an elimde tuttuğum 92 tarihli eski bir dergiyi karıştırırken, karşıma kulağımda çalan şarkının sözleri çıkıyor. Şaşırıyorum. Ama paylaşmak istiyorum buradan, bu dramatik ve acıklı hikayeyi. İşte Tindersticks'ten “My Sister”...


*************************************************


"Kızkardeşimi hatırlar mısın? O hiç kıpırdamayan gözleriyle ne hatalar yaptığını? Ben içinden çıkamadım. Yemin ederim ki o bir bakışta aklını hayatını ve ruhunun derinliklerini okuyabilirdi sana. Belki de kendisini soyup çırılçıplak bırakıyordu, şöyle söylerken:


İşte buradayım, bu benim

Seninim ve benimle ilgili her şey, gördüğün her şey...

Sadece yeterince sert bakarsan

Hiç yapamadım.


Hayatımız yastık savaşıydı. Orada, yorganın üstünde, ellerimiz sımsıkı hazır dururduk. Yaşına göre çok geç kalmış süt dişleri ve elinde bir Stanley bıçağı... Bisikletimin tekerleklerini doğradı ve onu affedemedim.


Beş yaşındayken kör oldu. Yatak odası penceresinde dururduk ve o benden ne gördüğümü anlatmamı isterdi. Karşıdaki evleri, patikanın yanındaki küçük çim parçasını, babamın hep tamir edeceğini söylediği paslanmış menteşeleriyle her zaman kıskı ile sıkıştırılıp yarı açık bırakılmış bahçe kapısını ona tarif ederdim. Orada bir an sessizce dururdu. İmgeleri kendi kafasında oluşturmaya çalıştığını düşünürdüm. Sonra derdi ki:


Parıldayan küçük yıldızlar görüyorum,

Çok uzak pencerelerdeki noel ışıkları gibi.

Parlak renkli kaya çemberleri

Turuncu ve hardal rengi gezegenlerin etrafında yüzen.

Kaplan desenli çok büyük balıklar görüyorum

Bütün kuyrukları, yüzgeçleri ve kabarcıklarıyla


Karşıdaki gri eve bakardım, perdeleri kapatırdım.


On yaşındayken evi yaktı. Ben izci kampındaydım. İtfaiyeci onun yatakta sigara içtiğini söyledi -bildik hikaye, diye düşündüm. Kedi ve annemiz alevler içinde öldüler, bu yüzden babam bizi alıp halamızın kent dışındaki evine götürdü. Kendisi bize yeni bir ev bulmak için Londra'ya döndü. Onu bir daha hiç görmedik.


On üçüncü doğumgününde halamızın bahçesindeki kuyuya düştü ve kafasını kırdı. Çok fazla içmişti. İyileşti, yeniden görebiliyordu, herkes bunun doğanın bir mucizesi olduğunu söyledi. Bu onun bir daha hiç gözlerini kırpıştıramayacağını söylediği zamandı. İri ve ıslak gözlerini dikip baktığında, gözlerinin bana içine düştüğü kuyuyu hatırlattığını söyledim. Bundan hoşlandı, bu onu güldürdü.


On beş yaşındayken bir jimnastik öğretmeniyle geldi, adam kaslardan ibaretti. Her şey ortaya çıkınca adam işini kaybetti ve başka bir iş bulamadı. Böyle küçük bir şehirde herkes herkesin ne yaptığını bilirdi. Ama kızkardeşim başını dik tutuyordu. Aşık olduğunu söylüyordu. Beş yıl boyunca birlikteydiler; ta ki adamın bir gün tepesi atana kadar. Bullworker'ıyla onun ensesinin arkasına vurdu. Vücudunun sağ tarfına felç indi. Adam üç yıla mahkum edildi ve on beş hafta sonra çıktı. Bir süre sonra onu gördük, bir Cornwall kıyı kasabasında amatör bir futbol takımının antrenörlüğünü yapıyordu. Kızkardeşimi tanıyabildiğini sanmıyorum, çünkü sürekli bir sandalyede oturmak yüzünden çok fazla kilo almıştı. Benden sağ eline iğneler batırmamı, elinde sigaralar söndürmemi istiyordu. Deli gibi kahkahalar atıyordu, çünkü acı duymuyordu. Oysa sol eli gayet iyiydi. Bilek güreşi maçları yapıyorduk, ben iki elimi de kullandığım halde beni yeniyordu.


32 yaşındayken onu gömdük. Ben ve halam, rahip ve mezar kazıcı. Yakılmak istemediğini söylemişti ve solucanlar vücuduna çabuk ulaşabilsin diye ucuz bir tabut istiyordu. O, bu düşünceden hoşlandığını söylüyordu, ama ben bunun sebebinin kedinin ve annemizin başına gelenler olduğunu düşündüm."

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.