Çay ve hayatın kontrolü
Cumartesi sabahı.
Karantinanın bilmem kaçıncı haftası.
Şükür ile küfür arası bir yerdeyim bir süredir.
Bildiğim haliyle hayatın bittiği, bilinmezliğin içine kendimi ne kadar teslim edebildiğimi araştırdığım günlerdeyim.
Sabah koyduğum çayı biliyorum,
Onun demlendiğini ya da demlenmediğini biliyorum.
Kahvaltı her daim mutluluk sebebi.
Kahvaltının detaylarında hayatı anlamaya çalışıyorum.
“Kul kurar, kader gülermiş” lafını böylesine uygulamalı şekilde, neredeyse 7 milyar insan boyunca idrak etmek durumunda kalacağımızı kim tahayyül edebilirdi.
Bugünden yarına, yarından öbür güne nereye doğru gidiyoruz.
Bilmem.
Bilmeme hakkımı kullandığımda rahatım.
Her şeyi bilemem. Hatta hiç bir şeyi bilemem.
Ne kadar az şey bilebildiğinize bir bakın.
Bilemediklerimiz her daim bilebildiklerimizde çoookk fazlalar.
Dolayısıyla genellikle bilemiyoruz.
Bunu bilmek rahatlatıcı.
Dünyada neredeyse kimse neler olduğunu bilemezken, ben nereden bileyim.
Ben ne bileyim.
Siz ne bilesiniz.
Çayı bilebilirim.
Bu sabah krep yaparım kahvaltıda.
Oğlumla beraber.
Fıstık ezmesi süreriz, yeriz. OOOhh, iyiyiz.
Krep, fıstık ezmesi ve çayı kontrol edebilirim.
Şimdilik.
Her zaman böyle olacağına güvenemem.
Tavaya koyduğum ilk krebi genellikle kontrol edemem mesela.
Ya yağı az gelir, ya tavanın ısıs çok gelir ya benim dikkatim başka yere gider, bir krebi kontrol edebilmek bile nimet.
Kahvaltı için hazırlanan ilk krep genellikle çöpe gider.
Bu durumda ikinciye umutlanırım.
Oğlan da bunu bilir.
Eskiden, yazları nereye gideceğimi planlardım. Planlarımı gerçekleştirebildiğim ve gerçekleştiremediklerim oldu. Şimdi önümüz yaz. Hiç bilmiyorum nasıl bir yaz bekliyor beni, bizi, hepimizi. Yaz gelip de kendimizi dışarılara atmadığımız daha önce hiç olmamıştı, düşünsenize. Yaz gelmiş. Biz yaza gelememişiz. Hiç bilmediğim bir insanlık deneyimi.
Yine bi bilmeme. Bilmezken, hayal kurmakta sakınca yok kanımca. Hayal tabii, hayal kırıklığına varmayacaksa. İhtimal dahilinde, niyet mi desek ne desek?
Toprağa yakın, bir kaç bitki ve hayvana yakın, şehir olmayan bir yerde, mümkünse bir su kıyısında geçireyim bu yazı istiyorum. Geçirebilir miyim, bilmem? Hayal edebilirim.
Yumurtalı ekmek yapabilirim kahvaltıda. Kontrol edebileceğim bir husus daha.
Bayılıyorum kahvaltıya.
Eskiden, oğlumun geleceğini planlardım.
Edinmesi gereken becerileri, hangi ülkede yaşasa daha iyi olacağını, hangi haftasonu kurslarına katılırsa onun için iyi olacağını planlardım.
Şimdi, sokakta koşabilse yetecek.
Arkadaşlarıyla gülüştüğünü duysam, ne güzel olacak.
Şimdi, oğlum kendi geleceğini, her ne şekilde kuracaksa kuracak biliyorum.
Ben onun bugünündeyim. Arkadaşları yok ama ben onunla oynuyorum.
Oynayamazdım, plan yaparken.
Eskiden, gelecek vardı.
Şimdi sadece şimdiki zaman var.
Küçücük bir virüsten öğrendik, anda var olmanın ne demek olduğunu.
Ve boyun değil işlevin etkili olduğunu öğrendik virüsten.
Biz hepimiz korkup evlerimize saklanınca İstanbul’da bile kuş seslerinin duyulabileceğini...
Eskiden, gelecek vardı, trafik vardı, gitmek istemediğimiz işlerimiz ve gitmek istemediğimiz çocuk doğum günü partileri vardı.
Şimdi çay var.
İçine biraz bergamot koyup, çayın üzerindeki kontrolümü kuvvetlendirebilirim.
Dışarıda kontrol edemediğim, planlayamadığım her şeyin yerine, çayı tam olması gerektiği gibi demleyip, o demleyiş tam olması gereken olgunluğa ulaşınca (kokusu çıkmış olsun ama kararmasın fazla bekleyip) kendime, en sevdiğim bardakta, bardak hala benim kontrolümdeyken, tam istediğim ısı ve koyulukta bir çay koyarım.
Bir gün omlet yaparım,
Bir gün krep,
Bir gün simitten tost,
Bir gün yulaf lapası,
Bir gün meyveli kahvaltı hazırlarım...
Yanına da çayımı.
Şimdilik.
Bunu yapabilirim. Buradayım.
Sizi de beklerim.
d.
YORUMLAR