Ruh evinize en son ne zaman gittiniz?

Zor bir soru mu oldu... Şöyle sorayım o zaman:


En son ne zaman kendinizi, rahat, bütün, hakiki, bedeninin içine yerleşmiş, akışkan bir nefes ile yeni fikirler, hayaller, projeler geliştirirken buldunuz? İlla bir şey geliştirmeye de gerek yok. En son ne zaman layıkıyla dinlendiniz mesela? Ya da telefona bakmak yerine pencereden dışarı bakarak hülyalara daldınız?


Cevabı biliyorsanız eğer, o cevabın işaret ettiği zamana ve koşullara iyi bakın. İşte sizin ruh eviniz orada.


Toplum ve kültür ve onlarla kurulan iş ve aile yapıları kadın ya da erkek, insanların döngülerine, mevsimlerin, doğanın döngülerine saygılı değil bir kaç nesildir.

Ne güneşin doğuşuyla uyanıyoruz, ne regl günlerimizde yataktan çıkmama hakkımız var. Endüstriyel toplum işleyişi yalnız endüstrinin hayrı odaklı. Sizi, beni, güneşi, yataktan çıkmama isteğiyle kıvranan, kanayan rahmimizi düşünmüyor...

Mekanik, fonksiyon odaklı bir yaşamın içinde ruh açlığı çekiyoruz. Farkına varmıyoruz. Bazen. Bazen de varıyoruz.


İşte orada yoga, meditasyon, masal çemberleri, döngü takipleri giriyor devreye.


Hepimizin içinde bir yerlerde bir yaşlı, bilen ruh var ve duymamakta ısrar etsek de çağırıyor bizi kendimize, geri, özümüze...


Öz.

Ne büyük kelime. Ne kısa.

Kimi için bir derenin kenarında yan gelmiş yatarken,

kimi için çocuklar olmadan sevgilisiyle geçireceği bir akşamda,

kimi için kız arkadaşlarla mahalle barında margarita içerken,

kimi için 2 yaşındaki kızı ile evcilik oynamakla varılan bir öz benlik var.

Besledikçe, diğerlerine kaynak olabilme kapasitesini de artıran.

Beslemedikçe, ihmal ettikçe, kendi ihtiyaçlarını görmezden gelip herkesin her şeyi olmaya çalıştıkça ruh derini kurutan, pul pul dökülmeye yaklaştıran... İçindeki canı, zayıflatan.

Bir kadın, kendini feda etmek pahasına, herkesin her şeyi olmaya çalıştığında, hiç kimsenin hiç bir şeyi olamayacağı günlere zemin hazırlıyor demektir. Bu durum fazla uzun sürdüğünde, kadın, ruh evinden fazla uzun süre uzak kaldığında, o kadın artık zombi bölgesinde yaşıyor demektir.

Böyle olmakta da toplumsal açıdan bir sorun görülmez; çünkü kadın ruhunu komple kaybetmiş olsa da işlev görmeye devam edebilir.


Kısır yapıp eltilerine ikram eder ve belki sadece ağzının kenarlarıyla gülümser ortadaki sohbete,

Kocasıyla sevişir, tavandaki çatlakları incelerken,

Senelerce uğraştığı ve fakat aslında kendinden hiç bir şey katamadığı bir alanda kariyer yapmaya başlamış olabilir...

Tüm akşam yemekleri ve tüm haftasonları ve belki de dini ve resmi tüm tatillerde çocuğunun başında durması gerektiği söylendiği için onunla durabilir ama kendi mevcudiyetinde olmadığı için çocuğuna da ancak görec icabı bir yerde durmayı öğretmiş olur böylece. Yaşam bilgisi bu mudur?


Böyle kadınlar, içlerindeki ruhsal açlığı ancak tüm duygularını kapatarak yok sayabilirler.


Dırdırcı kocalarına katlanmaları, koca bir ömür hiç orgazm olamayışları, gri suratlı müdürlerden çay molasını neden 5.5 dakika tutması gerektiğine dair tavsiyeler almaları, öz anne babasının yanına sadece manikür pedikür ve mükemmel outfit ile kabul edilmeleri gerçeğinin ne kadar can acıtıcı olduğunu hissetmemeleri için tüm algı sistemlerini kapatmış olabilirler.

Lakin hiçbir zaman geç değildir.


Bir kadın, ruh evine dönmeyi ne kadar ihmal etmiş olursa olsun, içinden gelen çağrı onun peşini bırakmaz.

Eve gitmek için çetin bir yolculuk şart değildir.

Çok fazla maddi imkan,

Vizyon gerekmez.

Lakin ısrar gerekir. Zaman gerekir.


Ev nerededir, diye sorarsanız, herkesinki farklı bir yerdedir:


Dinlenebildiğiniz, zamanınızı,enerjinizi kendinize ayırabildiğiniz,

bir çocuk gibi neşeli hissettiğiniz,

bir düşüncenin bölünmeden sonuna kadar gidebildiğiniz,

bir şiiri 25 kere üst üste okuyabildiğiniz,

bir ağacın altında oturup kökleriyle sohbete dalabildiğiniz,

bir kucağa yatıp telaşsızca saçınızı okşatabildiğiniz,

bir cümleyi sonuna kadar 15 kere silip yeninden yazmak için vakit ayırdığınız,

bir yoga matına çıkıp 3 tur güneşe selam yaptığınız,

çocuğunuzu yüzme kursuna götürdüğünüzde çıkmasını yakında bir parkta çimlere uzanarak beklediğiniz,

sabahları ev ahalisinden yarım saat önce kalkıp, sessizlikte bir bardak çay yudumladığınız bir yerdedir ev.


Herkesin evi kendine özel bir yerdedir. Biraz vakit ayırırsanız siz de kendinizinkini mutlaka bulursunuz. Ve oraya gidişlere özen göstermeye başladığınızda görürsünüz ki bir denge var.


Aldığınızla verebileceğiniz, madde ile ruh, düşünce ile duygu, bir aradalık ve tek başınalık arasında,

incecik, zarif, mükemmel bir denge var...

Bütün bu yazının ilham kaynağı olan Clarissa P. Estes, Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabındaki "Ruh Derisi, Fok Derisi" hikayesinde şöyle der:


"Çok uzun süre ruh evinden uzak kalan her kadın kaçınılmaz olarak yorulur. bu doğal bir durumdur. sonra benlik ve ruh duygusunu canlandırmak, derinleri gören bilgilerine yeniden kavuşmak için tekrar derisini aramaya çıkar.Gidiş ve dönüşlerden meydana gelen bu döngü, kadınların içgüdüsel doğasının içinde yankısını bulur ve kız çocuğukluğu, ergenlik, genç erişkinlikten başlayarak sevgililiğe, anneliğe oradan ustalığa, bilgelik sahibi bir yaşlı kadın olmaya ve sonrasına kadar varlığını korur. Bu evrelerin kronolojik olması şart değildir, çünkü orta yaşlı kadınlar çoğu zaman yeni doğmuşlardır, yaşlı kadınlar şiddeetli sevgililer olabilirler ve kız çocukları da kocakarılar gibi büyüler yapma konusunda oldukça bilgilidirler


Bir dönüp bakın o zaman?

Sizin ruh eviniz nerede? En son ona ne zaman uğradığınız?

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir çok güzel bir yazı..teşekkürler.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.