Yeni çağın ebeveynliği ve sınır koyma fobisi
Proje çocuk, helikopter ebeveynlik, doğal ebeveynlik ve daha birçok değişik kavram, içinde yaşadığımız çağın sıkça duyulan terimleri. Eskiden anneliğin çocuk doğunca otomatik başlayan bir süreç olduğuna inanılırken artık bilimsel bilgiler, kitaplar, eğitimler, rekabet ve daha birçok kavram sayesinde ebeveynlik de şimdiye kadar görülmemiş bir şekle evrilmekte. Bizden önceki nesillerde ana-baba (yetişkin) ihtiyacına odaklı yaşam şekli artık “çocukerkillik” diyebileceğimiz, çocuk merkezli bir hale dönüştü.
Hafta sonu Montessori ve Kaynaştırma Eğitimini Geliştirme Derneği‘nin organize ettiği “Anne Babaların Çocuk Gelişimine Etkisi” seminerini dinledim. Seminerin konuşmacısı Fatma Tosuntaş Karakuş şu örnekle başladı anlatmaya:
“Bizim büyüdüğümüz evlerde salonun ortasında bir sehpa; sehpanın üzerindeki çanakta çeşit çeşit sigara bulunurdu. Gelen misafirlere bu çanaktan sigara ikram etmek çok önemli addedilirdi. Şimdi ise evimizde sigara içmek isteyen misafirlerimiz varsa eğer balkonu kullanmak zorundalar ya da camdan sarkarak içecekler sigaralarını. Çünkü artık çocuk merkezliyiz; misafirimizin keyfi için çocuğumuzun ciğerlerini kirletmeyiz.”
Sigara örneği üzerine tartışılacak bir şey yok. Lakin mevzu orada kalmıyor. Çoğunlukla geleneksel, otoriter aile yapılarında büyümüş olan bizler; çocuklarımıza benzeri bir yaşam ortamı sunmuyoruz. Biz anne babalarımız kadar katı kurallara sahip değiliz. Çocuklarımızın duygularını anlamaya, onların yaratıcı, kendine özgü insanlar olarak büyümesine önem veriyoruz. Bunun bir yan etkisi olarak da otoriteyi sevmiyor; sınırlar koymakta zorlanıyoruz. Bu üzerinde uzun uzun düşündüğüm bir konu. Sınırlar iyi midir kötü mü? Nereye kadar izin verebilirim? Otorite sevgiye engel mi? Hayır dersem çocuğum beni sevmez mi?
Çocuklarımız (en iyi ihtimalle) sınır koymakta çekinen bu halimizi (en masumca niyetlerle) sömürüyor, 25. oyuncağı almamız için bize baskı kuruyorlar; daha kötüsü her şey hayatı boyunca kendi istediği şekilde olacak zannedip okulda ve sonraki hayatında zorluklar, hayal kırıklıkları yaşıyorlar.
Burada düştüğümüz tuzağın adı: “Aman çocuğum üzülmesin, ağlamasın!” Oysa ki bu düşüncenin gerçek hayatta karşılığı yok. Gelişim çağındaki çocuklar anne-babaları tarafından sınırlar koyulmasına muhtaçlar. Bu sınırlar net olduğu zaman kendilerini güvende hissedebiliyorlar. 25. oyuncağı almadığınızda 3 dakika ağlaması istediği her şeyi aldığınız için ileride yaşayacağı doyumsuzluk, boşluk hissinden daha hafif bir bedel.
Sınır koymak, çocuğu üzmek değil onun dış dünyaya adaptasyonunu kolaylaştırmak için gerekli. Çünkü Fatma Hanım’ın da söylediği gibi çocuklar (özellikle 6 yaşa kadar) “dürtüsel yaratıklar”. Onları bu dürtüsellikleriyle baş başa bırakmak çocuğa yarar değil zarar veriyor.
Anne-babanın koyduğu sınırlar bir koruyuculuk görevi üstleniyor: “Kendine ya da başkasına zarar vermene izin vermem” mesajını taşıyan sınırlar rencide edici bir otorite değil çocuğu geliştirme özelliği taşıyor. Bir yandan da “Senin öfkenle başa çıkabilirim. Sen çocuksun, ben annenim; senin öfkenden (ağlamandan) korkmuyorum” şeklindeki alt metin de ebeveyn-çocuk ilişkisinin sağlığı açısından bir hayli önemli bir mesaj.
Fatma Hanım’ın otorite hakkındaki konuşmaları bana geçen sene Iraz (Toros Suman) ile yaptığımız konuşmaları hatırlattı. Iraz‘dan aldığım en iyi öğütlerden biri: “Bazı şeyler anne-baba kararıdır. Çocuklara bu böyle söylenir ve uyması beklenir. Aksi halde tüm hayatını 2 yaşındaki birinin aklıyla yönetilir halde bulursun.”
Seminer üzerinde konuşulacak daha birçok başlık var... Merak edenler yarın HT Magazin ekindeki sayfamda okuyabilirler. Sevgiler...
YORUMLAR