Kahramanım Gökçe!

Ağlayarak çıkıyoruz evden sabahları. “Anneeee, işe gitmeeee! Okula gitmicemmmmm. Evde kalalııımmmm...” Şanslıysam 5 dakika sürüyor ağlamalar; şanssızsam 45 dakikaya kadar çıkıyor...


Geçiş dönemlerinin zor olduğunu biliyordum çocuklar için. Özellikle ilk iki yıl bu bilgi mıh gibi aklımdaydı. Yürüme, ilk konuşma denemeleri, memeden ayrılma, annenin işe başlaması, tuvalet alışkanlığı bütün bunlar çok önemli değişikliklerdi. Hazırlıklıydım ve Uzay’a dilediği kadar zamanı, istediği kadar sevecenliği göstermeye kararlıydım... Gösterdim de.


Lakin anaokuluna başlama meselesi beni altüst etti. Aylardır heyecanla onun okula gideceği günü beklerken bu başlangıcın nasıl da zahmetli olabileceğini göz ardı etmişim. Şimdi, her sabah yeniden idrak ediyorum bu sürecin zorluklarını. Geride kalan 3 yılın ilk 2 yılında gösterdiğim empatiyi, sabrı gösteremediğimi fark ediyorum ve kızıyorum kendime.


Bu zorlu zamanlarda beklenmedik bir yardımcım var. Gökçe. 3.5 yaşında bir kız çocuğu. Bukleli siyah saçları, çekik siyah gözleri ve kocaman gülümsemesiyle Gökçe.


Gökçe ile bundan 2.5 yıl önce; daha henüz Uzay da o da emzikli, pusetli bebeklerken tanıştık bir anne grubunda. Annesiyle kafalarımız, yüreklerimiz, anneliğe bakış açımız bir hayli uyuştuğundan arkadaş olduk. Ve sık sık görüştük bu zamana kadar. Zaman içinde Uzay’ın en yakın arkadaşlarından biri oldu. Geçen sene oyun grubunda da vardı; bu sene anaokulunda da var.


Sabahları okulun bahçesine kadar gelebilmişsek kafa göz yararak Uzay’ın ağlamaları şekil değiştiriyor: “Anneeeeee, Gökçe gelene kadar gitmeeeee!!!” Her ne kadar içimden bir an önce Uzay’ı okulda bırakıp işyerime gitmem gerektiği hissini atamasam da “Tamam” diyorum. Uzay gözyaşlarıyla, ben her an biraz daha tükenen sabrımla gözümüz kapıda Gökçe’yi bekliyoruz. Sonra o geliyor. Ben de 3 yaşındaki oğlumu, 3.5 yaşındaki arkadaşıma bırakarak kapıdan çıkıyorum... Böyle oluyor.


Geçen hafta, Psikolog Nilüfer Devecigil çocukların okula alışma sürecinde yeni bir bağlanma figürüne (genellikle öğretmen) ihtiyaç duyabileceklerini; bu bağlantıyı kurana kadarda adaptasyonda güçlükler yaşamasının normal olduğunu anlattı fikrini sorduğumda. Şimdi görüyorum ki bizim oğlan bağlanma figürü olarak kendine Gökçe’yi seçti... Bu ikisi içinde ne kadar doğru emin değilim. Lakin şimdilik vaziyetimiz bu. Bütün geçiş dönemlerinin bir sonu olduğuna ve sabahları güle oynaya okul kapısında ayrılacağımız günlerin de geleceğine inanıyorum... Çocukların alışma kabiliyetlerine, değişime ayak uydurma becerilerine güveniyorum... Her zamanki gibi.


Ayrılık kaygısı had safhada


Geçiş dönemi demek; çocuğunuza dair bildiğiniz, o zamana kadar başarıyla uyguladığınız her şeyin bir süreliğine çöpe atılması demek. Bizde durum ayrılık kaygısının ayyuka çıkması haline varmak üzere bu dönemde.


Örnek olarak: Uzay’ın dedesinin Yalova yakınlarında bir çiftliği var. Hem tabiatta geçirdiği zamanı çok kıymetli bulduğumdan hem de İstanbul’da Uzay’a bakacak kimse olmadığından arada bir oraya kalmaya gider bizim oğlan. Güle oynaya, dedesiyle yapacakları işleri sayarak, planlayarak gider. Tavukların kümesi onarılacak, bahçe sulanacak, Muhittin’in ineklerine bakılacak falan...


Geçen hafta sonu gece bir yere davetliydik ve Uzay’ı dedeye teslim etmeye karar verdik. Babam Pendik’ten oğlanı almaya geldi ve... Uzay gitmedi. Ağlamaya başladı yine: “Köye gitmiceeeemmm.”


Sonuç olarak gitmedi. İlk defa. Çok sevdiği köyüne, bahçesine, ineklerine gitmeyi reddetti... İşte bunlar hep geçiş dönemi... Sabır. İmza: Damla (zorda).

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.