Yaralı Şifacının Huzurunda: Gabor Mate’yi dinlemek

Kendime ihanet ettim. Gabor Mate’yi yeniden, dünya gözüyle görebilmek için. Reglimin ilk günüydü. Bedenim sadece yatmak ve dinlenmek istiyordu. Bedenimi dinlemek üzerine uzun süredir çalışıyorum. Bu yüzden söylediğini duyarım, duyduğumu dinlerim, dinlediğimi uygularım. Reglimin ilk gününde hayatı askıya alırım. Benim kendime sadık olma, otantik olma yollarımdan biri bu.


"İnsanın iki temel duygusal ihtiyacı vardır" der Mate, Vücudunuz Hayır Diyorsa isimli kitabında. Bunların da otantik olmak ve bağlanmak olduğunu ifade eder. Bağlanmaktan kasıt, bir bebeğin doğduğu andan itibaren kendisine bakım verenlerle kurduğu duygusal, fiziksel ilişki. İjtiyaçlarının duyulduğuna, karşılanacağına dair bir beklenti. Hayatla olan güven bağı da bu şekilde kurulacak çünkü. Sinir sistemlerimiz bebeklikte ancak diğerlerinin/bizimle bağ kurmuş olanların sinir sistemlerinden öğrenirler nasıl insan olunacağını. Dalga dalga gelen ihtiyaçlar ve onlarla bağlı duygular karşısında kendini nasıl düzenleyeceğini, bir bebek, onu kucağına alan, ona bakım veren yetişkinlerden öğrenir.






Biz, yetişkinler içinse bu aidiyet, kabul, bağlantı anlamlarına gelebilir. Ve içinde yaşadığımız kültür bize çoğunlukla ya birini ya ötekini seçmek zorunda bırakır. İçinde yaşadığımız topluluğa uyum sağlamak adına, onlar tarafından kabul görmeyecek olan duygularımızı, özelliklerimizi bastırmayı öğreniriz. Duyguların bastırılması bizi özgünlüğümüzden koparmaya başlar. Bu zaman içinde kendinden yabancılaşmaya, beden ve sezgi ile bağın azalmasına ve hatta yok olmasına sebep olur.


İşte ben, Gabor Mate ile bağlanmaya olan ihtiyacımı bedenimin bana ısrarla söylediği dinlenme ve içe çekilme ihtiyacıma yeğ tuttum. Bilinçli bir şekilde. Pişman değilim.


Bu küçücük adamı, bu sakince konuşan, bir sürü karmaşık, zor, hepimizin içinde olduğu ama bir türlü içine bakmadığı konuları, kolaylıkla anlatan ve bu haliyle umut veren, cesaret veren, kemikli yüzlü, derin bakışlı bu şefkatli adamı yeniden görmek için değdi bana kalırsa.


Onunla aynı ortamda ilk bulunuşum 2018 senesindeydi. Çok daha uzun, çok daha derin, çok daha kuvvetli bir buluşmaydı o zaman. Henüz üzerimizden pandemi geçmemişti.




Damla Çeliktaban - Gabor Mate (2018)


Gabor Mate, 70’li yaşlarının sonlarında bir emekli doktor. Uzun yıllar boyunca palyatif bakımda çalışmış, aile hekimliği yapmış ve Vancouver’in şehir merkezinde bağımlılar için işleyen bir kliniği yönetmiş, 3 çocuk babası bir adam. İkinci dünya savaşı sırasında işgal edilen Macaristan’da doğmuş. Ailesinin Yahudi kökeni yüzünden daha 1 yaşına gelmeden dünyanın yükünü omuzlarına almak zorunda kalmış. Annesi onu, koruyabilmek için hiç tanımadığı birine emanet edip 6 hafta boyunca almamış. Bu 6 haftanın, o zamanki çaresizliğin, terk edilmişliğin paniğinin, korkunun bebek benliği üzerindeki yarattığı etkilerden bir kariyer yaratmış doktor Mate. Orijinal travmasını alıp gücü haline getirmek üzere bir ömür çalışmış.


“Karanlık bir adamdı” diyor karısı Rae, Travmanın Bilgeliği isimli belgesel filmde. “Karanlık ve gizemli. Onun bu halinden çok etkilendim” diyor… 50 seneden fazladır beraberler. Gençlik ve orta yaşlı yılları bir hayli gerginlikle ve birbirleriyle rahat edemeyerek geçmiş. “Yaşlandıkça özgürleştik, yaşlandıkça gençleştik biz” diyor Rae Mate ve “Evlilik” diyor, “Eşlerin birbirlerinin orijinal travmalarına döndükleri biz içsel çalışma… Biz bunun içinde büyüdük.”


“Travma” diyor Gabor Mate, “başınıza gelen kötü olayın kendisi değildir. Travma o olay olurken bizim iç dünyamızda gelişenlerdir. Yani olaya dair algımızdır.”


Mesela, çocukken aileniz tarafından fiziksel şiddete maruz kaldınız. Bu olurken, canınız acıdı evet ama acı geçti. Fakat içinizde “Babam bana böyle davrandığına göre ben bunu hak etmiş olmayım. Ben sevilmeye değil dövülmeye layık bir insanım. Ben değersizim” diye bir çekirdek inanç oluştu. Dayak bitti. Babanız öldü. Ama o dayağın içsel etkileri hala sizinle yaşıyor ve bugününüzü, bu anınızı etkilemeye devam ediyor. Mesela, sevgiliniz size el kaldırdığında bunu garipsemiyorsunuz, “sever de döver de” diyorsunuz… Kendi değerinle ilgili bir kuşku bıraktı sende. Sevilmeye ndeğil, dövülmeye değer olduğuna inanadın hayatın boyunca. İşte travma bu.


Travma açık bir yaradır. Ruh yarası.


Çok eskiden oluşmuş olsa da kanamaya devam eder.

Sızlayarak, ince ince, kanar ve siz bir bakmışsınız her gün giysileriniz, çarşaflarınız, çantalarınız, ilişkilerinizde o ince kanın izi var.

Regl kanı değil bu. Yaşamın ve adanmanın kanı değil.

Bu, sarılmamış, merhem sürülmemiş, öpeyim geçsin denilmemiş bir yaranın kanı. Ruh yarasının.

İyi haber şu ki; bu iyileştirilebilir, diyor Mate. Herkesin kendi yarasını idrak etme, onu şifalandırma süreci kendine…





Ve fakat bazen şifaya dair gayrete geçecek gücü olmuyor insanların, bazen o kanayan yara ince ince sağa sola bulaşmakla kalmıyor tüm hayatın direksiyonunu ele geçiriyor. O kadar çok acıyor, o kadar çok etkiliyor ki işte o zaman Aç Hayaletler Boyutuna geçiyor o insanlar… Aç Hayaletler Boyutu bizim bağımlılıklarımıza paçayı kaptırdığımız yer. O acıyı hissetmemek için, onunla başa çıkamadığımız için, göğsümüzün ortasında kocaman bir boşluk olduğunu hissettiğimiz ama onunla ne yapacağımızı bilmediğimiz için başvurduğumuz ikameler bu bağımlılıklar. Kısa süreli keyif veren, uzun süre içinde zarar veren, bırakmakta zorlandığımız ya da bırakmayı istemediğimiz alışkanlıklar.


“Neden bağımlı oldu bu insan?” diye sormayalım, diyor Mate… “Neden bu kadar çok canı acıyor?” Diye soralım… ancak o zaman şifaya dair bir umut, kişiyi bağımlı olduğu maddenin ötesinde bir algılama ve ona ruhu acıyan bir insan olarak şefkatle yaklaşmak mümkün olabilir.


Bağımlılık derken bu da biraz tuzaklı bir konu.


Sosyal yapı tarafından kötülenen, aşağılanan, küçümsenen bağımlılıklar olduğu gibi teşvik edilen, yüceltilen bağımlılıklar da var.


Sigara ve alkol yasal iken esrar yasak mesela…


İşkoliklik, alışverişkoliklik teşvik edilirken eroin kullanımı bir tabu.


Seks bağımlılığını kimse bağımlılıktan saymayabilir, oyun bağımlılığına ise zamane çocukları böyle deyip geçebiliriz. Toplumun işine geleni onaylayıp, işine gelmeyene "tü kaka" deddiği yer burası. Bağımlılık, bağımlılıktır.


Gabor Mate “Realm of Hungry Ghosts” - Aç Hayaletler Boyutu isimli kitabında bağımlılarla çalıştığı senelerden gelen bilgisini ve bağımlılığa şefkatli yaklaşım anlayışını uzun uzun anlatıyor. "Günde yirmi sigara içen biriyle, her gün az miktarda eroin kullanan kişiyi 20 sene boyunca izlesek, diyor… 20 sene sonra eroin kullanan kişi, sigara içenden daha sağlıklı olabilir.”





“Bağımlılık” diyor… “Kötü insanların yaptığı kötü seçimler değildir, insanın acısıyla başa çıkmak için kullandığı bir alettir.” Bağımlı kişi kendini rahatlatmak için kullandığı madde/davranış/alışkanlık her ne ise bunu o acıyı daha az hissetmek için yapıyor. Bir nevi ilaç olarak kullanıyor, uzun vadede kendisine zarar vereceği bariz bir ilaç.


Çocukluk travması yaşamış kişilerin; çocukluğunda ihmal ya da istismara maruz kalmış kişilerin, ebeveynleriyle sağlıklı bağlanmamış kişilerin bağımlılık geliştirmesinin ya da kronik hastalığı olmasının çok daha yüksek ihtimal olduğunu söylüyor…


Son birkaç nesildir çocuklara gittikçe daha çok psikiyatrik tanı konulmasının, dünya genelinde çocukların daha çok depresyon, anksiyete bozukluğu ve hatta intihar eğilimleri geliştirmesine son 50 yıldır yetişkinlerin dünyasıyla çocukların dünyasının birbirinden gittikçe daha çok ayrışmasının neden olduğunu söylüyor. Yani suç çocuklarda değil, bizim kurduğumuz sosyal yapıda.


Akran yönelimi dediği ve Gordon Neufeld ile birlikte yazdıkları “Çocuklarınıza Tutunun” kitabında derinlemesine incelediği, ebeveyn-çocuk bağlanmasının yaşadığımız zamanda geldiği eksikli, kusurlu hali inceliyor. Akran yönelimi demek çocukların ve yetişkinlerin dünyasının ayrışması hem de çocukların bağlanma figürü eksikliğinde bu fonksiyonu akranlarında araması demek.





“Ebeveynliğin sırrı ebeveynlerin çocukları için ne yaptıklarında değil, çocukların gözünde ne olduklarında gizlidir. Çocuklar bizimle bağ kurmak ve bize yakınlaşmak istediklerinde onlar için birer yetiştirici, rahatlatıcı, kılavuz, örnek, öğretmen veya bir koç olmaya hak kazanırız. Bize sıkı sıkı bağlanan bir çocuğun dünyaya açılmak için kullanabileceği bir ana üs, geri adım atması gerektiğinde inzivaya çekilebileceği bir sığınak ve bir ilham kaynağı işlevi görürüz.”


Elbette ki akranlara yönelen çocuk ebeveynin görevi olan tüm bu rehberlik, destekten mahrum kalıyor. Bağlanma eksikliği, akran yönelimi, çocukluk çağı travması, stresi yönetememe, bağımlılık ve kronik hastalığa yakalanma birbirlerini izliyorlar gelişim basamaklarında…


İnsanı, organlara bölerek değil, duygusal sistemi fiziksel sistemden, tüm bunları sosyal sistemden ayırarak değil; hepsini bir arada ele almak gerektiğini ifade eden bir terimle anıyor insan sağlığını: Psikonöroimmunoloji…! Sayıca çok insan tarafından kabul edildiği için adına “Normal” denen fakat insan türünün ihtiyaçları açısından bakınca tam bir delilik olan, içinde yaşadığımız kültürü bağışıklık sistemimizin kendine saldırdığı hastalıklardan ayrı göremeyeceğimizi hatırlatıyor. Eylül ayında çıkacak olan yeni kitabı “Myth of Normal” - Normallik Miti’nde bunu ele aldığını varsaymak yerinde olur.





Travma, stres, bağımlılık, şefkatli hapishaneler (ki bu konuya bırada değinemedim, kısaca suçlu diye hapse kapatılan kişilerin de çocukluk travması mağduru olduğunu cesaya değil anlayışa ve şifaya ihtiuyaçları olduğunu savunan bir anlayış), ebeveyn-çocuk bağlanması, stres, ilkel kabilelerin çocuk yetiştirme ve şifa yöntemleri, insan türü olarak kendimize ve yuvamız olan yeryüzüne doğrulttuğumuz yıkım gücümüz… Bu küçük adamın daha anlatacak çok şeyi var.



“Şimdiki aklınızla çocuklarınızla neyi farklı yapardınız?” Diye soruluyor doktor Mate’ye…


“Yazdığım kitapları okumuş olmayı isterdim” diyor gülerek… Çocuk sahibi olduğu yaşlarda kendisinin de birçok derdi, sıkıntısı, zorluğu olduğunu bu yüzden de evlatlarını şu anda karşımızda durduğu bilinçle yetiştiremediğini kast ediyor… Ömrü boyunca mesleğinde şifa dağıtmış bu adamın evindeki halinin dışarıdaki haliyle bir olmadığını ifade ediyor tüm samimiyetiyle… Gidip buruşmuş yanaklarından öpesim geliyor.


Dünyayı yormak istemezmiş gibi hafif adımlarla yürüyen, sadece yeterince dikkat kesilenin duyabileceği kadar sessiz bir tonda konuşan, kendi karanlığından geçmiş, insana dair keskin ve derin bir iç görüye sahip yumuşak gözlerle bakan bu adamın meclisinde bulunabildiğim için şükranla doluyum. Bu seferlik bedenimin sesini dinlememiş olmak ruhumu, kalbimi doyurdu diyebilirim… Ama siz siz olun, bedeninizin mesajlarını dinleyin, hafife almayın, çünkü ondan başka yuvamız yok aslında…


Aşk ile


Damla


2018 yılında gerçekleşen etkinliğin ardından yazılan yazı: Gizli Stres, Çocukluk İnançları ve Kendin Olma Cesareti



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.