Bizde kalıcı olmayan
Ya ölümden sonra yaşam yoksa? Ya her şey bir tesadüften ibaretse? Ya dünya üzerindeki yaşam farklı maddelerin milyarlarca yıl içerisinde rastlantısal olarak bir araya gelmesiyle oluşmuşsa? Elbette bunun tersi de iddia edilebilir yani yaşamın bir bilinç tarafından yaratılmış olabileceği. Ancak her iki teori de bir bilinmezlik içeriyor ve biz bu bilinmezlik içerisinde aklımıza ve kalbimize iyi geleni seçerek yaşıyoruz.
Geçen haftalarda sevdiğim bir yazarın katıldığı bir sohbeti dinledim. Kendisi aynı zamanda Franciscan ekolünden gelen bir rahip; Richard Rohr. Programı yapan kişi Michael Dowd’da aynı şekilde bir yazar ve rahip. Konuşmanın ortalarına doğru konu, geçen seneler içerisinde "Tanrı’’ anlayışlarının nasıl bir değişim geçirdiğine geldi. Her ikisi de mesleklerinin ilk başlarında ve uzunca bir süre Tanrı’yı gökyüzünde, kendilerinin dışında bir makam olarak tanımladıklarını ancak son yıllarda bu tanımın içlerine sinmediğini ve doğru bulmadıklarını söylediler. Tanrı’nın tanımının Yaşam’dan ayrı yapılamayacağını, aslında yeryüzündeki YAŞAM’ın, Tanrı’nın kendisi olduğunu düşündüklerini ifade ettiler. Yani özetle o insanlıktan uzak, yukarıdaki Tanrı, bu insanların iç dünyasında, artık yeryüzüne inmişti. Dünya, doğa, yaşam Tanrı demekti ve başka bir tanıma gerek yoktu. Yaşam, Kutsal’ın kendisiydi…
Bu cümleden çok etkilendiğim için tekrar yazıyorum; Yaşam, Kutsal’ın kendisi ve aslında hürmetle ilişkilenmemiz gereken tek şey. Şu an aldığımız nefes, doğa annemiz, yeryüzünde var olan her şey… Kutsal.
Konuşmanın devamında geçtiği haliyle yazarsam “Yukarıdaki Tanrı” değil, “Ekolojik Tanrı”.
Kutsal’ı bu noktadan başlayarak konumlandırmaya başlamak yaşamı farklı algılamamızı ve hayatlarımızı farklı sürdürmemizi sağlayabilir mi? Yaşamın bizim kişisel ömürlerimizden çok daha fazlası olduğunu, atalarımızdan bize, bizden çocuklarımıza geçeceğini düşünmek onunla daha hakiki bir yerden ilişkilenmemizle sonuçlanabilir mi? Kutsal’ın – Yaşam’ın bize geçici bir süre emanet edildiği ve bizde kalıcı olmadığı üzerinde tefekkür ettiğimizde ölümün neye hizmet ettiğini görmemiz mümkün olur mu?
Ölümün hizmeti yaşamın devamını sağlaması ve onu beslemesidir. Ölümlü olduğumuzu farketmek ise bizi, burada bize emanet edilen Kutsal’a hakkını vererek yaşamaya davet eder. Ölümün farkında değilsek elimizdekini emanet değil sonsuza kadar bize verilmiş bir hak olarak görür ve önceliklerimizi hiç ölmeyecekmiş gibi belirleriz. Ölümün farkında olmamak bize yaşamı ıskalattırır.
Bunu yaşanmış bir yerden söylüyorum. İnsanlar genellikle benim yaptığım işe ( Ölüm Doulası – Eşlikçisi) büyük bir merak ve ilgi ile yaklaşıp sonrasında yukarıdakine benzer şeyler söylediğimde bir adım geri durmaya veya itiraz etmeye başlıyorlar. Bu konuda yapabileceğim bir şey yok. Tecrübelerimi paylaşmaya dair ciddi bir adanmışlığım var.
Bu yüzden elinizdekinin geçici bir emanet olduğunu ve sizin bu gerçeği hakkaniyetli bir şekilde düşünmemiş olma olasılığınızın yüksek olduğunu söylüyorum. O emanet bir gün, hiç beklemediğiniz bir anda ve koşullarda (mesela hep hayal ettiğiniz gibi yaşınızı almış bir şekilde sevdiklerinizle çevrelenmiş evinizdeki yatağınızda değil) kaynağına geri dönecek.
Dünya üzerindeki geçici varlığımız üzerinde düşünmek size zaman kazandırır, ömrünüzü sayı olarak uzatmasa da yaşamı daha canlı ve bağlantılı bir yerden deneyimlemenizi sağlar.
Yaptığım sohbetlerin birinde bir dinleyici "Yaşama sevincini nereden alıyorsun?" diye sordu. Arılardan alıyorum demek geldi içimden veya tırtıllardan. Deseydim yanlış olmazdı. Yaşama ait her detay onu görebildiğim için beni sevindirebiliyor. Çünkü biliyorum ki yarın göremeyebilirim.
Emanete hıyanet etmek istemiyorum.
Amacım sizi değiştirmek değil ama Ekolojik Tanrı kavramını kıymetli bulup aktarmak istedim. Bir de, ölüm üzerinde tefekkür etmek yaşamaya davettir…
Yazının İngilizce versiyonu: The one that is not here to stay with us
YORUMLAR