Yas, ölüm, yavaşlamak ve "i"
Yaptığım çalışmalar öncesinde katılımcılarla e-mail üzerinden veya katılım formları vesilesiyle sohbet etmeyi seviyorum. Ortak diyebileceğim yorumlardan bir tanesi hastalık, ölüm veya yas konularına bakarken hissedilen merak duygusuna eşlik eden korku ya da tedirginlik.
Yalnız değilsiniz.
Ölümlü olduğumuz ve ölümün her an kapımızı çalabileceği gerçeği tek başına yüzleşmemiz için çok büyük. Kendimizi ait ve desteklendiğimizi hissettiğimiz bir toplulukla bu gerçeğe bakmak bizi cesaretlendiriyor ve aynı zamanda insanlık olarak ortak bilinçaltımızda bulunan bilgelikleri hatırlamamıza yardımcı oluyor.
Yaşamımız hızlı. Bazen beklenmedik durumlarla beklenmedik zamanlarda karşılaşıyoruz ve bu hızlı tempo içerisinde değişikliklerle karşılaştığımızda aynı hızı devam ettirmeye çalışıyoruz. Hâlbuki ruhun gidişatı daha yavaş. Ruh, olan biteni anlamak, sindirmek ve aynı düzleme gelebilmek için zamana ihtiyaç duyuyor.
Şifa veya iyileşme dediğimiz şey o yavaşlama anlarında gerçekleşiyor zaten.
Hastalık, ölüm veya yas konularında tecrübelerimiz elbette farklı. Herkese uyacak bir şablondan konuşmak mümkün değil. Ama yavaşlamaktan konuşabiliriz.
Kendimizi ait hissettiğimiz topluluktan bahsettim biraz önce. Böyle bir topluluk içinde olmadığımızın farkına varmak ve bunun eksikliğinin sonuçlarını görebilmek bile yavaşlamaya bağlı.
Elbette bahsettiğim içsel bir yavaşlık. Dışımızda koşarken içimizde bebek adımlarıyla yürümek veya kendimize o ‘’busy’’ hayatlarımız içerisinde beşer onar saniyelik aralar yaratmak. Bunun üzerinde o kadar çok düşünür oldum ki atık yavaşlık benim için ete kemiğe bürünen bir insan haline döndü ve kendisini unuttuğumda varlığını kulağıma fısıldar hale geldi.
Bize okulda anlatılıyor ki psikolojik danışmanlığın bir meslek haline dönüşmesinin en büyük sebeplerinden bir tanesi sanayi devrimi ile insanların şehre göç ederek doğdukları yerlerden dolayısıyla ait oldukları topluluklardan ayrılmaları. Yani anlayacağınız daha önce bir köyün yaptığı işi son iki yüz yıldır odalara tıkılmış vaziyette tanımadığımız kişiler yapmaya çalışıyor. Hangi işi? Birbirimizi dinleme ve alan tutma işini. Topluluğun doğal yaşam akışı içerisinde gelişen konuşmalar, insanlığımıza iyi gelen ve zor zamanlarımızda elimizden tutan pratikler veya ritüeller ister sanayi devrimi ister başka koşullarla kesintiye uğramış olsun, şu an bu yoksunluğun farkına varabilmemizin tek yolu öncelikle yavaşlamak.
Bir durun. On saniye.
Stephen Jenkinson "human" ve "humane" kelimeleri arasındaki farktan bahseder. Aynı fark Türkçede de mevcut. İnsan ve insani kelimeleri anlam olarak aynı şey değiller. İnsani olabilmek için insan olmak yetmez. İnsani kelimesi o yüzden türemiştir, bir gereklilikten doğmuştur. İnsan olarak yemek, içmek, barınmak gibi ihtiyaçlarımız varken insana özgü olanı veya insanlığa yakışır olanı tanımlarken işin içine başka kavramlar/ihtiyaçlar da girer. Dinlenilmek, görülmek, neşenle olduğu kadar kederinle de kabul edilmek, zorlandığında destek bulabilmek… Hepsi o küçücük "i"nin işi.
Ritüellere o yüzden kıymet veriyorum. Beni /bizi yavaşlattığı için. Durdurduğu için. İçimizde sıkışıp kalan enerjiye alan tutabildiği, beni, unuttuğumun farkında bile olmadığım bilgeliklerle bağlantıya sokabildiği için. Ritüelden kastım onlarca mum, dolunay ve beyaz kıyafetler değil. Gözlerimi kapatıp on saniye nefesimi dinlemek bile bir ritüele dönüşebilir. İçtiğim suyu ellerimle bardağın içinde tutarken hissetmeye çalışmak, suyun bana hangi kaynaktan nasıl bir yolculukla ulaştığını düşünmek bile her gün hiç düşünmeden onlarca kez yaptığım su içme eylemini bir ritüele dönüştürebilir. Ritüel, beni hayatla bağlantıya sokar, yavaşlatarak. Alıştığım zamanın dışına çıkararak.
Yavaşlamayı insanlığın süper gücü olarak ilan ediyorum. Süper İnsanlar olmamız mümkün. Açtığı kapılara bir baksanıza; unuttuğum bilgeliklerle bağlantıya sokmak, insani taraflarımı hatırlamak, yaşamla bağlarımı derinleştirmek, kendime ve başkalarına alan tutabilmek, zaman algımı değiştirmek.
Bugün içtiğiniz bir bardak suyu bir de böyle yavaşlayarak için bakın.
Ölüm ve yas demiştim, yaşlılık demiştim buralara geldim. Aslında uzaklaşmadım, hep aynı yerlerdeyim. Kendime Ölüm Doulası (Eşlikçisi) derken, Ritüelist derken neye doulalık ettiğimi düşünüyorsunuz ki? Sadece ölmek üzere olanlara veya ailelerine mi? Hayır, kendimde dahil olmak üzere hepimiz ölümlüyüz.
O küçücük "i" anlamca büyüyüp içine çekiyor beni.
Yazının İngilizcesi: Grief, Death, Slowing down and “e”
YORUMLAR