Ölümün ötesi
Ölümün ötesinde ne var bilmiyorum ve konuşmak istemiyorum.
Çünkü benim neyi bilip bilmediğimin ötesinde, öncelikle konuşulması gereken şey “orası” değil, “burası”.
Sonrası değil, şimdi.
Ölümün ne olduğunu, benden ne istediğini veya benim ondan ne beklemem gerektiğini “burada”, henüz nefes alırken anlamaya çalışıyorum.
Ölüm ötesi yaşam var mı?
Ölümü atın.
Ötesini atın.
Yaşam var mı? Önce ona bakın.
Hayatınızda yeterince yaşam var mı? Ya da nefes alıp vermenin ötesinde yaşamınızda ne var?
Çünkü “yaşam” içinize ölmeden önce girmiyorsa, öldükten sonra da girmemesi muhtemel.
Nasıl yaşıyorsak öyle ölüyoruz diyorum ya hep.
Amacım ölümle ilgili her konuşmamı yaşamla süslemek değil.
Çünkü yaşamın kendisi süslü değil.
Hani belgesellerde gördüğümüz aslanların o güzelim yavru hayvanları yakalayıp canlı canlı yeme halleri, ölünce daldan yere düşen ve oracıkta çürüyen yavru kuşlar, hastayken kontrolsüz çıkardığımız dışkılar, kokulu kusmuklar, yaslarımız, kederlerimiz ve kayıplarımız da yaşam. Süs neresinde bunun?
İnanmayacaksınız ama vallahi ölüm de yaşam.
Ölümü, sadece ölüm sonrası yaşama bağlayıp oradan devam etmek,
Işıkla buluşacaksınız, yok olmayacaksınız, her şey zaten bir enerji demek öyle kolay ki.
Ve bence ölümü konuşuyor maskesi altında hala ölümden kaçınmanın en popüler yolu.
Ölümü konuşuyor olmak, önce yaşamın hiçte süslü olmayan taraflarının, sonra da buradaki fiziksel bedenimizle ve sahip olduğumuz tüm ilişkiler ağıyla bir gün (belki yarın) vedalaşacağımızın kabulünden başlıyor. Bu yalın gerçeğin sonuna/arkasına başka bir şey eklemeden sadece onunla kalabilme kapasitemiz bizi de sahici yapıyor. Yaşamın kendisi gibi.
Ölümü böylesine bilince yaşam daha farklı yaşanıyor.
Yaşam daha farklı yaşanınca daha bilge ölünüyor.
Buradayken “yaşam” hayatınıza ancak bir iğne deliği kadar boşluktan sızabiliyorsa, ölümden sonra o deliğin kendiliğinden büyüyüp beklediğimiz kutsal ışığı tüm varlığımıza akıtacağını düşünmek sadece kendimizi kandırmaktan ibaret.
Ölümden bahsettiğim zamanlarda konuyu tatlıya bağlamak veya hafifletmek niyetinde hiç olmadım. Konu ağır. Ama yaşamın içinde bu ağırlık ve bu ağırlığın ince ince kalp sızlatan bir güzelliği de var.
Oluyor işte acı ve güzellik bir arada oluyor.
Yaşam öyle büyük ki tüm zıtlıkları içinde topluyor.
O topluyor da biz bu zenginlik içinde gözümüzü bir iğne deliğine dayamış oradan yaşamı görmeye çalışıyoruz.
YORUMLAR