Kaç cenaze kaçırdınız?
Dün dinlediğim bir konuşmada, bizi hazırlıksız yakalayan ölümlerin en az 3 cenaze töreni gerektirdiği söylendi.
Donup kaldım.
Babam bundan 10 sene önce bir sabah, koltukta gazete okurken akciğerlerinin durması sebebiyle öldü. Ölümünden bir hafta önce yaptırdığı sağlık kontrolünde tüm değerleri sağlıklı çıkmış, bir gün öncesinde benim evimde bütün gününü oğlanlarla oynayarak geçirirken bunun kutlamasını yapmıştık. Öyle ya 78 yaşında sağlıklı bir baba, eş ve dede idi. İşleyişini her zaman anlayamadığım ama kendimce varlığından hiç şüphe duymadığım görünmez alemlerin ilhamı olsa gerek, birlikte geçirdiğimiz günün akşamında kendi evlerine yürüyerek dönerken anneme ağaçtan bir çiçek kopartıp vermiş ve elini tutarak teşekkür etmişti.
Ertesi sabah öldü.
Ablamdan gelen telefonla haberi ilk aldığımda şok olduğumu hatırlıyorum. Sonrasında hastaneye gitmek üzere evden çıkarken tüm soğukkanlılığımla pratik meselelere odaklandığımı, üst komşumun (aynı zamanda sevgili arkadaşlarım Burcu&Murat’ın) evine giderek o zamanlar beş yaşında olan ufak oğlum Batu’nun bakımı için onlardan yardım istediğimi, yedi yaşında olan diğer oğlum Bora’yı bakıcıyla birlikte evde bıraktığımı ve bir şekilde bu “dağılmayan”, hayatın günlük rutinlerini sanki hiçbir şey olmamış gibi aynı şekilde yürütmeye çalışan Berna’nın güçlü durmaya çalışan hallerini hatırlıyorum. Kurumsal hayatın bana verdiği üç günlük (!) ölüm iznimi kullandıktan sonra ofise döndüğümü, rakamlarım, tablolarım ve takip etmek zorunda olduğum deadline’lar (bir işin bitirilmesi gereken son gün) ile baş başa kalışımı anımsıyorum.
Hayatımdaki koca bir değer, beni yapan adam ve 78 yıllık bir hayatın arkasından 3 gün yas tutma izni.
İlk 4-5 ay iyi idare ettiğimi düşünmüştüm. Ağlamalarım, uykusuzluklarım, üzüntüm ve normal hayatına eskiden olduğu gibi devam eden Berna’lar arasında kolaylıkla geçiş yapabilme halimi başarı olarak görüyordum. Akşamları biraz hüzün ve gözyaşı - gündüzleri iş, ev ve çocukların sorumluluklarını hiç aksatmayan Berna.
Taa ki altıncı ayın sonlarına doğru derin ama çok derin bir keder dalgasının altında kalana kadar. Gülen yüzüm yerini daha çok sessizliğe ve hüzünlü bir ifadeye bırakana kadar.
Ve dün, bizi hazırlıksız yakalayan ölümlerin en az 3 cenaze töreni gerektirdiğini duyduğumda, hayatımda, babamın ölümü de dâhil olmak üzere kaç cenaze kaçırdığımı düşündüm; daha doğrusu, kaçırdığım cenazelerin esasen ne olduğunu… Cenaze bir ritüeldir, ve ritüel insanı yavaşlatır. Cenaze ritüelleri seni yavaşlatarak acınla buluşturur: “Yavaşla ve burada benimle ol” der. İşte o yavaşlama ve büyük acılarla tüm benliğimizle buluşma süreci, çoğunlukla bir cenaze töreni ile tamamlanmaz. Ruhun ve bedenin, o kederi taşıyabilmek ve daha sonra iyileşebilmek için güce ihtiyacı vardır. Bu da zaman gerektirir. Geniş anlamıyla ritüelin büyüğü, küçüğü veya değişmeyen kuralları yoktur. Ritüelde tek önemli olan şey “yavaşlama ve denge”dir. Bir yapısı vardır, olmalıdır çünkü bu yapı seni nazikçe içinde tutar. Ama bu yapı katı kurallarla belirlenmemelidir yoksa o zaman akması gereken enerji akamaz, ifade edilmesi gereken şey mevcudiyet bulamaz. Ritüel, yavaşlayarak yapı ve akış arasındaki dengeyi bulmaktır. Ne mum, ne tütsü, ne çicektir ritüeli ritüel yapan. O aradaki nazik dengeyi görebilmek, ona acele etmeden alan açabilmektir. Bu alana dilerseniz bir mumla eşlik edersiniz, dilerseniz bir avuç toprakla. Ama onlar eşlikçidir, ritüelin kendisi değil.
Ritüeli böyle görünce, hayatın kendisi, ihtiyacınız olduğu anda kendi başına büyük ve kapsayıcı bir ritüele dönüşebilir.
Kaçırdığım cenazeler öyle çok ki... Sadece fiziksel ölümler değil;
Ölmeden önce ölmeme sebep olan ölümler (ayrılıklar, taşınmalar, biten arkadaşlıklar, hastalıklar, tamamlanmayan projeler, gerçekleşmeyen hayaller....)
O an her ne hissediyorsam farkında olmadığım, kendimle bağlantımın kopuk olduğu, bir nevi bilmeden kendi kendimi öldürdüğüm ölümler
Korona’lı günler; kaybettiğimiz alışkanlıklar, sürdüremediğimiz rutinler, cenazesiz fiziksel ölümler, birbirimize sarılamamak, yaklaşamamak, dışarıda maskesiz yürüyememek, seyahat edememek.
Sizlerin kaç cenazeniz kayıp?
Avustralya’nın bir köyünde bir kişi öldüğünde, öleni hatırlamak ve geride kalanların yaslarına eşlik edebilmek adına, köydeki herkes evdeki birkaç eşyasının yerini değiştirirmiş. Kahve bardakları başka dolaba, duvar saati başka duvara, çatal kaşıklar başka çekmecelere konurmuş ki o yeri değişen eşyaları kullanmak üzere ellerini her attıklarında akılları başlarına gelsin, yavaşlansın ve komşunun acısı ve ölen kişi hatırlansın...
Korona’lı günlerde hayatımızdaki pek çok alışkanlığımız bizim isteğimiz dışında alt üst olmuşken tek yapabileceğimiz yavaşlamak ve başta kendimiz olmak üzere birbirimizin yaslarına şahitlik edebilmek gibi geliyor bana. Hepimizin yasını hissedebilmek ve durabilmek için değiştiriyorum eşyalarımın yerini. Kayıp cenazelerimi sayıyorum bir de.
Ve evet tekrar soruyorum, sizlerin kaç cenazeniz kayıp?
YORUMLAR