Sabretmeyi öğrenmek...
Cemile teyzemizin eşi Mustafa amca -nam-ı diğer Mareşal- bizimle geliyor ve Beycik köyüne, onların arazisine komşu olan arazilerin sahiplerinin yanına gidiyoruz. Konuşuyoruz, sohbet ediyoruz ve teklifimizi söylüyoruz. Söylediğimiz fiyata pek razı görünmüyorlar ve “olmaz o kadara “ deyip satmaya yanaşmıyorlar. Ne yapalım, biz de olumsuz cevap alınca gerisin geri Çıralı’ya dönüyoruz.
Yıllardır bir hayalin peşinde Batı Akdeniz kazan biz kepçe gezmişiz, bunca zaman güzelim mekânların her birine ayrı âşık olmuşuz, umutla umutsuzluk birbirine karışmış. Artık ne hissedeceğimi bilmiyorum. Selahattin beni hep teselli ediyor, “olacak olacak, sen merak etme, bir yer var bizi bekliyor, orasını kimse görmemiş, görse de beğenmemiş olacak, o yer bizim için ayrılmış olacak” diyor. İnanmak istiyorum buna, hem de nasıl! Ellerimle yaptığım işlerde nasıl sabırlıysam, demek ki süreçlerde de sabırlı olmayı öğrenmem gerekiyormuş. Bekleyeceğim, ama nasıl?
Ben de rahatlamak için türlü yollar buluyorum ve hayatımda hiç geçirmediğim bir yıl geçiriyorum. Kendimi örgülere, kitaplara, dikişe, yeni yemekler üretmeye veriyorum. Yapmadığım ne kadar şey varsa yapmaya, aklımı “yer arama” stresinden uzaklaştırmaya çalışıyorum.
“Korku ve kaygı olacak olan şeyi geciktirir” diyor bir kitapta, bir diğerinde de “olmasını istediğin şeye odaklan, sonra da kendini rahat bırak, böylece istediğinin olma olasılığı yükselir” diyor. Yirmi dakika örgü örmek, yirmi dakika meditasyon yapmış gibi rahatlatıyormuş meğer insanı. Tekrarlayan hareketler beyni sakinleştiriyormuş…. Ekşi mayalı ekmeği ilk yapışım, ilk turşu denemem, ilk dantel örneği çıkartmam da bu zamana denk geliyor.
Her fırsatta araziyi görmeye gidiyoruz. Fotoğraflarını çekip masamızın üzerine koyuyoruz, gelip gidip bakıyoruz. Yemyeşil düzlükler, etrafında dev çam ağaçları, aralarda koyu yeşili hemen fark edilen ulu serviler ve arkada heybetli Tahtalı dağı. Bakalım, büyü tutacak mı? Kısmetse olur, beklemekten başka çare yok.
Bizi ziyarete gelen arkadaşlarımızı da götürüyoruz araziye, sepetimizi hazırlayıp pikniğe gidiyoruz. Kilimleri serip yayılıyoruz, nefis dağ havasında uykulara dalıyoruz. Biz burayı istiyoruz da, bakalım bu yer de bizi istiyor mu?
O kadar yer dolaştık, burada farklı olan ne var diye düşünüyoruz. Ve anlıyoruz ki daha önceki yerlerle ilgili “acaba burada yaşayabilir miyiz, ömrümüzün geri kalanını burada geçirebilir miyiz, doğru yer burası mı” diye düşünmüşüz hep, karnımızda bir şeyler karıncalanmış, tam içimize sinmemiş meğer. Burada o hissin yokluğunu fark ediyoruz. İçimize sinmeyen hiçbir şey yok burada, ferahlık hissi var. Fark buymuş, ancak şimdi anlıyoruz.
Şimdi düşünüyorum da kendime şaşıyorum, bir şeyi çok isteyip de kayıtsız kalmayı başarmışım, aferin bana. Zamansız bir zaman yaşamışım sanki. Ne büyük bir armağanmış o bir yıllık süreç.
Böyle böyle geçen bir yılın sonunda, 2001 yılının bahar aylarından birinde, diğer arazinin sahiplerinden birinin oğluyla bir gün Çıralı yolunda rastlaşıyoruz, el sallayıp aracımızı durduruyor, heyecanla konuşmaya başlıyor. Bir yer alıp almadığımızı soruyor. Henüz almadığımızı söyleyince de bize bunca zaman beklememizin armağanı olan cümleyi kuruyor: “Ben yakında evleneceğim, ailemle konuştum, araziyi satmaya razı oldular, hepsi bana vekâlet verecek, gelin bir daha konuşalım, anlaşalım.”
Ohhhh Allahım!
Beklediğimize değdi, bunca zamanın sonunda kök salacağımız topraklara kavuşacağız demek!
En yakın zamanda Beycik köyüne bir ziyaret yapmak üzere anlaşıp evimize dönüyoruz.
Yine heyecanlı bir süreç başlıyor. Bakalım bundan sonrası nasıl ilerleyecek?
YORUMLAR