Çocuk kafası…

Pansiyona çocuklu aileler de geliyordu. Onları izliyorduk. Yabancıların bebekleri çıplak geziyor, soğuk sularda oynuyor, kedilerin, tavukların, köpeğin peşinde koşuyor, bulduğu her fırsatta onları seviyor. Anne-babalar da bırakıyorlar çocuğu, çocuk istediği gibi takılıyor. “Ay üşür, aman üşütür, üstü kirlenir” gibi kaygıları yok. Yemek hayatın bir parçası, çocuklarının ne istediklerini öğrenmek için şöyle soruyorlar: “Ayrı bir odada mı yatmak istersiniz yoksa bizimle kalmak mı? “Fasulye mi yemek istersin yoksa patlıcan mı? Şeftali suyu mu içersin yoksa vişne suyu mu? Çocuk da kendince bir seçim yapıyor. Baskı yok, özgürlük var.


Bizimkiler çocuğun -deyim yerindeyse- “ensesinde”, özgürlük alanı tanımıyorlar, kocaman çocuklarını bile yedirmeye çalışıyorlar, yemezse elde kaşık peşinde dolaşıyorlar, yemek fasılları saatlerce sürüyor. Yabancılarla bizim insanımızın çocuk yetiştirme tarzları ne kadar farklı.


Duyguların henüz ayrışmadığı, birbirinin içinde eridiği bir süreç bebeklik ve çocukluk. Sevinçle hayretin birbirine karıştığı öğrenme anları var çocukların, bir şeyi ilk kez görmenin heyecanını taşıyorlar, köpeği sevme dürtüleri, uzanan küçük ellerinde hayat buluyor. Severken severken, kuyruğunun çekiştirilmesiyle kızan kedinin ciyaklamasından doğal olarak korkuyorlar, bir an geri çekilip, kısa bir süre sonra korkuyu unutarak yine ellerini uzatıyorlar. Her an yeni, her an taptaze duygular.


Pek çok şey gibi korkmayı da öğreniyor çocuklar, eğer anne-baba çocuğuna hayvanlardan korkmayı öğretmemişse o çocuk asla korku taşımıyor. Kucaktaki çocuğu bir köpek gördüğünde heyecanla ellerini açınca, korkuyla çocuğu da kendini de geri çeken anne-babalar var. Oysa içi gidiyor çocuğun köpeği sevmek için. Sevmek o kadar içten gelen bir şey ki. Anneleri örümcekten korkuyorsa çocuklar da örümcek korkusuyla büyüyor, yetişkin olduklarında bile bu korkuyu sorgulamak akıllarına gelmiyor.


Böyle yetişen çocuklar büyüyünce, korkulara korkular ekleniyor, başarısızlık korkusundan tutun da sevdiğini başka birine kaptırma korkusuna kadar varıyor bunlar. Haydi bakalım gelsin özgüven eksikliği, üstüne biraz da kıskançlık serpildi mi oluyor mu size bir “ilişki korkusu.” İnsanın korktuğu başına geliyor oysa. Ayrılmaktan korkma, sonunda ayrılmayı getiriyor, bir sonraki ilişkide de öncekiler referans alınıp “hep böyle oluyor zaten”ler başlıyor sonra. Sonrası da kendini gerçekleştiren kehanet oluyor maalesef.


Korku varsa sevgi yok.


Öğrendiğimiz iletişim biçimlerini, ilişki kurma biçimlerini hatta tartışma biçimlerini unutma zamanı artık. Eskinin kavramları değişti, sistemler de bir bir değişiyor, dönüşüyor. Annelerimizin, öğretmenlerimizin, komşularımızın, hatta kendimizin kafasından kurtulmak, özgürleşmek için çocukları örnek almak yeter. Çocuklar her anı keyifle, sanki sadece o an varmış gibi, olduğu gibi, sevgiyi ayrıştırmadan yaşıyorlar, her şeyi seviyorlar. Korkusuzca seviyorlar.


Seviyoruz bu çocuk kafasını. “Anı yaşamak” bu olsa gerek.


Sevgi varsa korku yok.






YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.