Hak edene tokat atılır mı?
Will Smith’in tokat vakası olmasaydı Oscar’dan haberimiz bile olmayacaktı belki. Ama esasen iyi oldu. Anlamlı bir tartışmayı gündeme taşıdı. Bize de tartışmak düşer.
Bence başlanması gereken birinci nokta ofansif mizah noktası. Ofansif adı üstünde kırıcı, rahatsız eden, saldıran manasına gelir. Mizah kullanımının şüphesiz ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Fakat bence burada bakmak gereken asıl nokta şu: ofansif mizahın muhatabı kimler olabiliyor? Hangi gruplara kırıcı, rahatsız edici, saldırgan davranmak daha yaygın? Kimler bu şakalara maruz bırakılıyor? Kimler için bu şakalara cüret ediliyor? Bunu bir cepte tutalım.
Cinsiyetçi şakalar (!) birebir bu soruların ortasına oturuyor. Herhangi komik bir tespitin sonunda “a..k.” yazdığınızda mesela komik olmuyor. Bir sözün şaka olabilmesi için öncelikle komik olması lazım. Cinsel şiddetin böylesine yaygın olduğu bir coğrafyada a..k. demek komik değil.
Kadınlar olarak sıklıkla “Şaka canım, sen de amma abarttın”lara maruz kalıyoruz. “Joy killer” dedikleri, ortamın neşe kaçıranı oluyoruz. Bizden beklenen bu şakalara (!) ne kadar rahatsız olabileceğimizi önemsemeden, şiddet kültürünü ve ayrımcılık dinamiklerini ne kadar beslediğini düşünmeksizin razı olmak, en kötü ihtimalle sessiz kalmak. Aksi halde şaka kaldıramayan, alıngan/huysuz olmakla etiketleniriz maazallah.
Kadınların varlık amacı diğerlerini güldürmek değil. Sizin tadınız kaçmasın diye sınırlarının ihlaline izin verip varlığının bir mizah malzemesi yapılmasına göz yummak değil.
Benzer durum Afrika kökenli Amerikalılar için de geçerli. Onların da bu mizah kültürü dahilinde maruz kaldıkları bu. “Alt tarafı bir şaka, bu kadar abartma” ya da “komedyenlere bunu yaparsak ifade özgürlüğünü kısıtlamış oluruz, anlayışla karşılamak lazım”. Bu sözde şakalar dezavantajlı olmayan gruplara da yapılıyor mu? Yapılmıyor. O gruplardan da bu anlayış, bu erdemlilik, bu ifade özgürlüğü toleransı bekleniyor mu? Beklenmiyor. Taraflar arasındaki güç ilişkisini irdelemek yapılması gereken ilk şey olmalı burada.
Güç dengesizliğinin, sistematik ve tarihsel bir tahakkümün olduğu bir ortamda bu ifade özgürlüğü değil, şiddet. Ve elbette bir karşılığı olmalı.
Karşılığın ne olması gerektiğine geçmeden önceden karşılığı kim verir noktasını da konuşmamız lazım. Öz savunma dediğimiz, adı üstüne “öz”, kişinin kendisi tarafından verilmesi beklenen bir tepki. Öte yandan siyah veya değil kadınlar kendilerini savunduklarında, bu savunmayı yaptıkları için dahi feminazi bulunan, aşağılanan bir pozisyondalar. Bu sebeple böyle bir grubun bir başkası tarafından da savunulması ayrıca önemli. Zaten bu sebeple dayanışmanın gücünden bahsediyoruz. Sistematik ayrımcılığa bizzat maruz kalmayanların da bu savunuculuğa dahil olması herhangi bir durumda taraf tutmakla bir değil.
Peki bu somut olayda, savunuculuk bir tür “buna ben maruz kalmıyorum ama mücadelende senin yanındayım” edasıyla mı yapıldı yoksa karısını savunan kahraman koca sıfatıyla mı? İşte orası yine değişilmesi gereken bir yer bence. Sistematik ayrımcılığa karşı taraf olmak gayesi başka, “love makes you do crazy things” açıklamasıyla, "aşkımdan şiddete başvuran, öfkesinin kontrol edemeyen kocayım" demek başka.
Son olarak gelelim 'ne yapılabilirdi' kısmına. Ben bu ülkede büyümüş cis hetero bir kadınım. Benim hakarete, saygısız şakaya, duygusal saldırıya maruz kaldığımda ilk refleksim birine tokat atmak olmuyor. Hiç olmadı. Bu bir erkek refleksi. İşte bunu konuşmamız lazım.
Hukukta ölçülülük ilkesinden, oranlılık ilkesinden söz edilir. “Fiziksel şiddet her şart altında en son başvurulması gereken bir yol olmalıdır” sözü sırça köşkten edilen beyaz bir söz değil. Bir gereklilik. Bir zaruret. Akut tehdit altında öz savunmadan bahsetmiyorsak, fiziksel şiddetle karşılık vermeyi olumlamak ancak şiddet döngüsünü büyütmeye yarar.
Yapılabilecek onca şey vardı. Kürsüden özür dilemesini sağlayabilirdi. Ödülünü alırken bunu kınayan bir konuşma yapabilirdi. Bunun komik olmadığını ve buna gülen (ki kendisi de başta gülüyor) diğerlerinin de bu suça ortak olduğunu vurgulayan birkaç söz edebilirdi. Sonrasında da beraber alkışlardık. Çünkü “erkek adam”lık yapmamış olurdu. Ortadan kaldırmak istediğimiz de bu çünkü aslında.
Will Smith de Chris Rock da çok zengin, çok ünlü, çok ayrıcalıklı iki erkek. Bu hikayede bu ikisi bakımından konuşmaya değer herhangi bir mağduriyet olduğunu düşünmüyorum. Ama bu ofansif mizah meselesini, maruz kalan tarafın kimliğini, tepkilerin cinsiyetini konuşabildiğimiz için memnunum. Azıcık Batı gündemi hepimize iyi geldi.
YORUMLAR