Bu hikâyenin, birbirinden farklı dünyalarda 3 ayağı var: Bir, kahramanımızın doğduğu Siirt’in Tillo İlçesi. İki, büyüdüğü ve hayata tutunduğu Almanya’nın Münih kenti. Üç, çocukluk hayali olan moda ve tasarıma kucak açtığı İstanbul…


Emin Kavun’un deri ağırlıklı “über” avangart tasarımları, medreseleri ve seyitleriyle ünlü Tillo ile aslında alabildiğine kontrast halinde. Düşünün! Tillo, Siirt merkeze 9 kilometre uzaklıktaki “seyitler diyarı”, Selçuklu öncesinden bugüne uzanan medreseleriyle geleneklerin kök saldığı bir tasavvuf merkezi. Üstelik sadece Türkiye değil, birçok bölgedeki medrese ekolünü etkileyip onlardan da etkilenen bir yer. Dahası, Emin Kavun’un dünyayı kucaklamayı hedeflediği markasının adı Emino Tillo.


O halde bu avangart tasarımlar ilhamını besbelli bu tezatlıktan alıyor. Dahası, Münih’in enternasyonal havasına bürünüyor ve İstanbul’un enerjisiyle güçleniyorlar.



Dünyanın dört yanında showroom’ları var


Emin Kavun, Tillo’da doğan moda aşkını Münih’te beslemiş. Ailesinin dev inşaat ve turizm işleri nedeniyle çok seyahat etmiş, görmüş, öğrenmiş. Tanımadığı, giyinmediği modacı kalmamış. Bir noktada artık kendi tarzını tam yansıtacak tasarımcı bulamayınca almış makası eline.


“40’ımdan sonra çocukluk hayalimi gerçekleştiriyorum. Çok mutluyum, çok özgürüm” diyor Kavun.


Showroom’unu görmeniz lazım. Milano’yu kıskandırır, diyeceğim ama sadece Milano’da değil, Las Vegas, Floransa, Berlin ve Tokyo’da da İstanbul Bakırköy’deki bu showroom’un benzerlerini açmış. Adeta film platosuna çevirdiği 4 katlı binanın loş ambiyansında, her katta tasarıma dair bir şeyler var. Bir odada masanın üzerine yayılmış deri parçaları ve işlenecek metal aksesuvarlar göze çarpıyor, diğer odada bitpazarı veya antikacılardan alınmış eşyalar sırasını bekliyor. Bir başka bölümde tasarımcının elinde şekillenmek için sabırsızlanan taslaklar... Zindana dönüştürülmüş son katta, dekoratif parmaklıklar ve duvarlardan sarkan zincirlerle cansız mankenler, 2017-2018 sonbahar-kış koleksiyonundaki en çarpıcı deri işleri sergilemeye mahkûm gibiler! Ceketler mat siyah, duvarlar bakır, yerler kara kum…





Emino Tillo’yu sık sık duymaya hazır olun, çünkü Emin Kavun’un tasarımları çığır açıcı. Ama garip bir biçimde hem çılgın fikirler arayanlara hem de geleneksel stereotipe hitap edebilecek komplike çizgilerde. Ayrıca tasarımcının gözü de yükseklerde... Amacı dünya markası olmak.


Kendine 2 yıl biçiyor. Tasarımları daha önce gördüklerinize hiç benzemediği için onunla yarışacak biri de yok. Moda tutkusunu canlı, yaşayan bir markaya dönüştüren Emin Kavun ile buluştuk, tasarımlarına baktık ve hayallerini konuştuk.


Etkileyici bir showroom burası. Markanızın adı da farklı…


Çocukluğumda annem bana “Emino” diye seslenirdi. Gerçi hâlâ öyle sesleniyor. Siirt’in bir ilçesi olan Tillo’da doğdum. 14 yaşında Almanya, Münih’e gittim. Orada iç tasarım eğitimi aldım. Baba mesleği olarak orada inşaat ve turizm işiyle meşgulüz. Ama küçüklüğümden beri modaya hep ilgim vardı. O kadar zevkle takip ediyordum ki “Neden moda tasarımı alanında bir şey yapmıyorum?” diye düşündüm. Her şeyi arkamda bırakıp modaya eğildim. 2 sene önce kuruldu marka. Merkezi Münih’te. Las Vegas’ta bir showroom’umuz daha var. Tasarımlar oradan Amerika’ya dağılacak. Ayrıca Floransa, Milano, Berlin, Tokyo’da da showroom’larımız var.





2 yıllık bir marka için müthiş bir ağ yaratmışsınız. İstanbul’daki showroom’u neden geç açtınız?


24 saatimi modaya adamış durumdayım. Bütün hayatımı bırakıp bu işe soyundum. Bu işi zevkle, sevgiyle yapıyorum. Markam benim çocuğum gibi oldu. Bu showroom’u 7 ay önce açtık. Türkiye’de böyle bir pazar olduğunu düşünmüyorum aslında, çok sınırlı bir kitle var. Zaten bu tasarımlar herkesin her gün giyebileceği tarzda değil. Sınırlı da olsa avangart tarza meraklı kitle için deneyeceğiz.


Moda eğitimi aldınız mı?


Hayır, kesinlikle modayla ilgili bir eğitim almadım. Modelleri ben çizmiyorum. Markanın kreatif direktörüyüm. Bir ekibim var. Onlar çiziyor.



Ailede moda tasarımıyla ilgilenen kimse var mıydı?


Yok. Moda merakım çocukluktan geliyor. Modayı hep farklılık olarak gördüm. İçimden gelen bir tutkuydu. Ve yıllar sonra artık öyle bir hale geldi ki kendime giyecek bir şeyler bulamıyordum. İlk başta kendime farklı tasarımlar yaratmak üzere hobi olarak başladım. Çünkü bütün dünya markalarını iyi takip eden ve onlardan giyinen biriydim. “Benim de onlar gibi bir markam olmalı” dedim. Birden iş farklı bir boyuta geldi. Ben de hiç tahmin etmiyordum.


‘Bir koleksiyonu ressamla yapacağım’


Koleksiyon savaşçı konseptinde. Zaten showroom’da da gladyatörlerin savaş kostümü, mızraklar, zindanlar ve miğferler göze çarpıyor. Bu savaş kostümlerine ilgi nereden geliyor?


Tarihle çok ilgiliyim. Eski yaşamları merak ediyorum. Savaşçıların giydikleri eski kıyafetleri yeniden işliyorum. Bir çizgim var, oradan gidiyorum. Modayı sanatla birleştiriyorum. Antikalar, tarihi takılar da çok ilgimi çekiyor. Benim işim aslında tekstil ve modadan ziyade biraz sanat.





Dilinizden çok iyi anlayan bir ekip kurmuşsunuz.


Evet ama hep başlarındayım. Üstüne bir şeyler katarak, değiştirerek son haline getirdim. Ekibim de beni çok iyi anladı. En önem verdiğim şey kalite. Giyinen insanın markayı konuşması benim için önemli. Markayı giydiğinde “Ben kendimi iyi hissediyorum” demeli. İlk sloganım bu.


Koleksiyonda neler var?


Pantolon, deri ceket, hırka, yelek, şalvar pantolon, tişört ve gömlekleri kapsayan binin üzerinde parça var. Çok güzel çantalarımız var. Ben çanta tasarımlarını omuzda ya da belde kullanıyorum. Bir de takılar var. Tasarımlarda büyük fermuarlar, deri ve kumaş detaylar, kapüşonlu montlar, zımbalı taba, yeşil, siyah ve gri renklerde ceketler var.



Tarzınızı nasıl yorumlarsınız?


Benim için trend mat siyah. Deriyle laboratuvarda oynuyorum. Çamura, yağa, vaksa batırıyorum.


Gelecek koleksiyonlarınızın temalarını merak ediyorum.


Kafamda iki şey net, biri Afrika kabileleri diğeri de Japonya’nın samuray savaşçılarının koleksiyonunu hazırlamak. Bir de iyi bir ressamla bir koleksiyon hazırlamak istiyorum. Afrika’nın savaşçı kabilesini montlara çizip boyayacak mesela.


Hep bir savaşçı izleri yani…


Evet, zaten benim ruhumda hep bir özgürlük ateşi var. Savaşçı, yeni bir hayatı temsil ediyor ve yeni başlangıçlar anlamına geliyor. Bugüne kadar yaptığım işlerde hiçbir şekilde tatmin olmadım. 40 yaşımdan sonra yeni bir hayata başladım. Başarısızlık demiyorum çünkü işleri hep bir yerlere getirip teslim ettim. Ama onlar benim işim değildi, benim işim moda. Hep hayal ettiğim buydu.


“Keşke daha önce başlasaydım” diyor musunuz?


Hayır, demiyorum çünkü doğru zaman şimdiymiş. 40’tan sonra kendimi yakaladım, özgür hissediyorum. Bir işi çok severek yaparsın sonradan onun özgürlüğünü yaşarsın ya, şu an ben de öyleyim. Arkama bakmıyorum.


Öncelikle kendiniz için yola çıktınız, erkek koleksiyonu yarattınız ama kadınlar da kıskanıp bir koleksiyon isterse…

Yakında kadın koleksiyonu da çıkacak. Deri ve kumaş ağırlıklı tasarımlar olacak.



Deriyi nasıl işliyorsunuz, el dikişleri, farklı dikiş teknikleri var ceketlerde…


Hepsi atölyemizdeki ustalarımızın elinden çıkıyor. Deriyi kesip elle dikiyoruz. Seri üretime yeni geçtik. Her bir tasarımdan sınırlı sayıda üreteceğiz.


Röportaj: Ekin Türkantos

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.