Bugüne dek birçok kez sohbet ettik sevgili Yıldıray Şahinler’le. Her seferinde uzun uzun ortak aşkımızı, tiyatroyu konuştuk. İlk kez uzun uzun bir dizi hakkında konuşmak için buluştuk. Malum, kendisinin rol aldığı ‘İçerde’ adlı dizi pazartesi akşamları herkesi ekran başına kilitliyor.


Canlandırdığı ‘Alyanak’ karakteriyse çok sevildi, herkesin dilinde. “Alyanak aslında karakterin soyadı, lakap haline gelmesiyse heyecanlandığında ve korktuğunda kızarmasından” diye anlatırken Şahinler, aklıma İstanbul Halk Tiyatrosu’nun ‘Bezirgân’ adlı oyununun kulisinde bana kurduğu “Utandığında yüzün kızarıyor, umarım bu özelliğini hiç kaybettirmez hayat sana” cümlesi geldi.


Elimde allık fotoğraf çekimi için kendimden bir Alyanak yaratmaya çalışırken, “Bu ülkede her gün ayrı bir acıya uyanıyoruz ama çoğunluğun yüzü hiç kızarmıyor” dedim. “Haklısın” dedi ve ekledi:


“İnsanı insan yapan utanma duygusudur”


“Ben dünyayı utanç duygusunun kurtaracağını düşünürdüm ama bilinçli olarak utanç duygusunu, vicdanı hayatından ayıklamış çok insan var. Kendilerine kazanç kaybettirdiğini fark ettikleri için yapmışlar bunu. Oysa insanı insan yapan vicdanı ve utanma duygusudur. Yüzü kızaran, utangaç insandan iyi oyuncu olur.


Çünkü onlar iyi insanlardır.” Sohbetimize geçmeden önce hâlâ vicdanının ve utanma duygusunun etkisiyle yüzü kızarabilen herkesi o bu aralar ne yazık ki gözyaşından geçilmeyen al yanaklarından öperim. Vicdan demişken, İstanbul Halk Tiyatrosu’nun ‘Alevli Günler’ ve ‘Bezirgân’ adlı oyunlarını ilk fırsatta izleyin. Çünkü tiyatro vicdanı uyandırır, empatiyi hazırlatır, iyidir, iyileştirir...

Pazartesi akşamları tüm Türkiye ‘İçerde’. Dizi reytinglerde zirvede, sosyal medyada defalarca TT oldu. Neye bağlıyorsunuz bu başarıyı?

Senaryo çok kaliteli, senaristlerimiz çok kıvraklar, hikâye hiç tıkanmıyor. Senaristlerimizden öyle güzel paslar geliyor ki o topları taca atamaz insan. Bu yüzden bütün şutlar ‘İçerde’ bence. Senaristlerimize de işlerinde çok iyi olan yönetmenlerimize de minnettarım. Genelde televizyonda para kazanmak için iş yaparsın ama bu kez sinema zevki alarak bir dizide oynamanın tadını çıkarıyorum. Bu, televizyonda çok nadir olur. Bir de karşında iyi oyuncular olunca tadından yenmiyor.





“Alyanak’ta şeytan tüyü var”

Alyanak da tadından yenmiyor. Ekranın en sevilen kötü adamlarından birine dönüşmüş durumda.

Bu da senaryonun kalitesiyle alakalı. Genelde seyirci ana karakterle iyi insanı özdeşleştirir ama burada öyle değil, esas oğlanlar ve kızlar da iyi insan değil. O yüzden seyirci biraz kafa karışıklığı yaşıyor. Bu, bence iyi bir şey çünkü seyircinin kendi tarafında gördüğü ya da kendini onun tarafında gördüğü karakterleri sorgulamasına yarayabilir. Oynadığım karakteri olumlamak istemiyorum, Alyanak benim yakın olduğum ya da seveceğim bir insan değil ama şeytan tüyü var, bir anlamda kendince dürüst. Haddini bilen çakal felsefesini benimsediğini söyleyebiliyor.


Haddini bilen çakallık yani birilerinin adamı olmak hayatın içinde de çok yaygın. Adam olmak yerine birilerinin adamı olmak tercih ediliyor.

Kendi varoluşunu gerçekleştirmek emek istiyor ve insanlar emek vermeden köşe dönmeye alıştırıldıkları bir düzende yaşıyorlar. Emek verenin değil önce patronun hakkı düşünülüyor ve insan hakları, adalet, her şey bunun üzerinden işliyor. İnsanlar da buna uyum sağlayıp yukarıdakilere “Paşam, ağam” filan diyorlar. Bir üsttekine böyle davranıp ayakta kalabileceklerine inanıyorlar. Haddini bilen çakal felsefesi bu işte, ama uzun ömürlü bir şey değil. Tabii kıvrak çakallar hemen başka bir aslanın yanına koşabiliyor.


“Her an kaçmaya hazır bir vahşi hayvan”

Alyanak, her seferinde yırtmanın yolunu bulan bir çakal, Haftalardır seyirci “Ölecek mi?” diye soruyor ama sapasağlam.

Şansını kendi yaratıyor. Tehlike geldiğinde orada olmuyor çünkü korkuyor. Ben çok belgesel seyrederim. Bir de doğayla uğraşan bir insanım, biliyorsun ikinci mesleğim dalış eğitmenliği. Doğada şu var: Kaç ya da saldır. Bütün vahşi hayvanlar kaçmaya ya da saldırmaya hep aynı anda hazırdır. Alyanak da her an kaçmaya hazır bir vahşi hayvan. Tehlikenin kokusunu aldığı an orada olmuyor zaten.


Nasıl şekillendirdiniz karakteri?

Başlangıçta Alyanak daha çok bir rol oyuncusuydu, işlevini yerine getirmek üzere orada bulunan biriydi. Her role yaklaştığım gibi onun geçmişini ve yaşamını düşünmeye başladım. “Otopark işleten bir mafya üyesi ne yapar?” dedim. En çok yapılan şey uyuşturucu satmaktır ve kendileri de kullanarak satarlar diye düşündüm. Esrar içen bir adamın sesi bozulur deyip çıktım yola. Konuşma ritmi ağır olan ama ağır abi olmayan, işler hızlandığı zaman komik duruma düşebilecek bir adam hayal ettim ve bunu okuma provasında uyguladım. Beğenildi. Senaristlerimiz de benim karaktere getirdiğim şeyler doğrultusunda yazmaya başladılar. Alyanak’ı oynamaktan çok büyük keyif alıyorum. Seyirci de çok hoşuma giden, çok güzel bir ilgi gösteriyor.


“Sesini taklit edenler dikkat!”


Özellikle sesi çok sevildi, sesini taklit eden edene...

Evet. Sosyal medyadan Alyanak’ın sesiyle kaydettikleri videoları gönderip “Eee. ne diyorsun?” diye soruyorlar. Alyanak gibi konuştuğu içi patronunun kendisine Alyanak dediğini söyleyen bile var.


“İnsanlar medya maymunu gibi davranmıyorlar bana”

Sokakta arkanızdan “Alyanak” diye seslenenler de vardır eminim.

Evet. Gittiğim her yerde “Sizi çok seviyoruz” diye yanıma gelip fotoğraf çektiriyorlar Sosyal medyada en çok söylenen şeyse “Bunca senedir nerelerdeydin abi?” oluyor. “Ben tiyatrodaydım da siz evdeydiniz” diyorum. Tabii televizyon seyretsinler ama biraz da dışarı çıkmak lazım. Pazartesi akşamları ‘İçerde’, diğer akşamlar dışarıda, tiyatrolarda buluşalım.

Sizin gibi oyuncuları ekranda keşfetmeleri kızdırıyor beni. Öyle güzel oyunlar sahneliyorsunuz ki insan bunları bunca zaman izlememiş olmanın eksikliğini hissetmeli...

Ah be Ece’ciğim seni çok iyi anlıyorum ama ben kızma zamanlarımı geçtim. Kızacak bir şey yok, Ben ünlenmemek için bir hayat kurdum. Kaş’ta dalış eğitmenliği ve tiyatro şeklinde yaşadım hayatımın büyük bir kısmını. Pek çok televizyon işini geri çevirdim. İyi ki de öyle yapmışım, hiç pişman değilim. Hayatımın merkezinde samimiyet var ve şu anda insanlar bana o samimiyetin karşılığını veriyorlar, medya maymunu gibi davranmıyorlar bana. O yüzden sıkıntı yok, mutluyum.


“Oğlumun doğumunda ebe gibi çalıştım”

6 ay önce baba oldunuz. Oğlunuz Aksel’in göbek bağını siz kesmişsiniz. Neler hissettiniz doğum anında?

Bütün hamilelik sürecini eşimle beraber geçirdik. Her gün 4-5 kilometre yürüdük. Gizem (Şahinler) hep “Benimle doğuma gireceksin” diyordu ama ben “Ya bayılıp başınıza dert olursam” diyordum. Doğumun başladığı gün 18 saat eşimin yanındaydım. Masaj yaptım, sedyeyi taşıdım, ebe gibi çalıştım. Oğlumun göbek bağını da ben kestim. O gece beni eve gönderdiler. O zamana kadar sadece anı yaşadım. Evde “Vay be, baba oldum” dedim. Arkadaşlarım “Bu duygu anlatılamaz” derlerdi, öyleymiş. Her şeyi feda edebilirim Aksel için. O doğduğundan beri sanki dünyaya bir bebeğin gözlerinden bakıyorum. O kadar temiz, mutlu ve heyecanlı ki... Şimdi bir ses çıkarmaya başladı; hiç kötü bir şeyle karşılaşmamış, hiç kötü bir şey düşünmeyen bir fısıltı... Öyle güzel ki...


Keşke gözlerini açtığı dünya da öyle güzel olsaydı...

Keşke... Şu anda hayatımın en keyif aldığım dönemindeyim ama bir yandan da ükemizde, dünyada olanlar yüzünden sürekli ağlayasım var. Bu ikilemin bir an önce bitmesini istiyorum.

“Sanatları gömerseniz mutlu olacak ne kalır geriye?”

İstanbul Halk Tiyatrosu’nda birlikte seyirciyi selamladığınız Erkan Baba (Can), “Tehlike anında en yakın tiyatroya sığının. Tiyatrodur, iyidir” der. Hep öyle ama özellikle şimdi yaralarımızı sanatta birleşip hep birlikte sarmanın, ruhlarımızı tiyatroyla şifalandırmanın tam zamanı, öyle değil mi?

Kesinlikle. Özellikle özel ve genç tiyatrolarda mutlaka görülmesi gereken oyunlar var. Sanat birleştirir, “İyi günde, kötü günde hep birlikte olalım” çağrısında bulunur. Eski tiyatroların hepsi kentlerin merkezinde, insanların yaşamlarının tam ortasındadır çünkü insanlar tiyatroda ayrımsız bir biçimde bir araya gelirler. Tiyatro kimseyi dışlamaz. Her seyirci bizim için eşittir.Biz tiyatroyla her insanın hayatına güzel bir şeyler katmaya çalışıyoruz, kimseye bir şey empoze etmiyoruz. Bunun tersini iddia edip seyirciyle aramıza girmeye çalışmak ayıptır! Bütün sanatları bir sepetin içine koyup gömerseniz dünyada güzel, zevk alacak, mutlu olacak ne kalır geriye?


Röportaj: Ece Saruhan

Fotoğraflar: Sinan Bilgenoğlu


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.