Röportaj saati yaklaşırken sonucun iyi olmasını dilemekten başka bir şey yoktu elimde. 3-4 saat önce izlemiş olduğum Bir Varmış Bir Yokmuş filminin etkisinde bir yandan gülümseyip bir yandan da “İyi ki artık o filmdeki gibi şeyleri yaşayacak kadar genç değilim” diye kendimi oyalamaktaydım. Eğer röportaj kötü giderse kalbim kırılacaktı resmen! Ama tam tersi oldu. “Sonra bu röportajı nasıl çözeceğim, nasıl yazacağım” diye düşünmeden bıraktım, Mert Fırat ve Melisa Sözen konuştular, anlattılar. Meğer Mert Fırat ilişkiler hakkında stand up yapabilecek donanıma sahipmiş! Melisa Sözen ise o koskocaman şahane gözleriyle kız çocuğundan anne rollerine kadar her şeyin altından kalkabilmesini, kocaman bir kalbi yönetebilecek iradeye sahip olmasına borçluymuş. Sorulan sorulara cevaben gayet duygusal konuşabileceğiniz anlarda kirpiklerinizi süzüp susmayı bilmek, hiç de sandığınız kadar kolay bir şey değildir! Ve fakat bu röportajdan dümdüz bir soru-cevap yazısı çıkamadı. Onun yerine keyifli anekdotlar oluştu. Filmi izlerken ve filmdekileri yaşarken ya da sonrasında kendinize soracağınız her şeye dair anekdotlar hem de.


Erkek tarafı: Mert Fırat


“Sil baştan başlamak lâzım”


Erkeğin yaptığı bir ajitasyon var. Filmde de erkeği mağdur gibi gösterme durumu var. Kendini sıfırlamadan bir ilişkiye girmemek gerektiğini hatırlamalıyız aslında. Bu her şey için geçerli. Egonla ve kendinle sıfırlanmadan, yaraların varsa, kendinle hesaplaşmamışsan yeni hiç bir işe girişmemek lazım. Çünkü bir ilişkiye başlarken +100 ile başlıyorsun. Bu gittikçe azalıyor. Bende öyle oluyor en azından. Kendini hiç edip bir şeye tertemiz başlamak kolay değil. Bu dünyada bunu yapmak artık çok zor. Ben mesela her şeyi sıfırlayıp sahneye öyle çıkıyorum. Bir ilişki yaşayacaksam da mümkün mertebe buna dikkat ediyorum. En azından aşka dair sıfırlanmaya çalışıyorum, çünkü hayata dair problemler hiç bitmez. Aşk hayatımda, kafamda, gönlümde bir karışıklık varsa karşımdaki kişiye bunu yansıtmamaya çalışıyorum. Küçükken yaparsın bu hataları. Gelen bir başka kişi, öncekinin tesellisi gibi olur ama sonuçta yıprandığını, yıprattığını fark etmezsin.


“Mükemmeliyetçi olmak faşizmi doğurur”


Kadınların iyileştirmek için yaklaşması öyle ya da böyle bir çok erkeğin hoşuna gidiyor. Ben yönetilmeyi de yönetmeyi de çok sevmiyorum. İşin doğasında bir denge olduğunu ve o dengenin sorun yaşanmasına dahi izin vermekle devam edeceğini düşünüyorum. Mükemmeliyetçi olmak faşizmi doğurur. Konuşarak her şey çözülür. Ben erkeklik gücümü kullanıp zorla bir şeyleri yaptıramam, kadının da kadınlığını kullanıp bana bir şey yaptırması da mümkün olmamalı. Çünkü kadın-erkekten öte; ezen-ezilen, iktidar-yönetilen ilişkisi var ortada. Mazlumlaştığın ve bunu kabul ettiğin zaman dengeler bozulmaya başlıyor. Her ilişki böyle.


Filmi 3 farklı kadınla birlikte izledik. 3’ü de farklı sektörlerden, farklı yaşlardan, farklı konumlarda kadınlar... Hepsinin gözleri yaşardı izlerken. Hepsi benzer şeyleri söyledi. “Bu adama kızamıyorum” dediler. Melisa’nın da benim de oynadığımız karakterlerin altında “başka bir şey var”. Günlük hayatımızda da tanışıp bir şeyler hissettiğimiz insanlar için hep aynı şeyi söylüyoruz: “Bir şey var”. Olaylar kötüye gitmeye başlayınca da “Bunda bir şey var, benim tanıdığım kadın (ya da adam) böyle olamaz, biraz daha zaman vereyim” diyoruz.





“Melisa iyi bir savunma sanatçısı”


Bizim en büyük avantajımız senaryoyu Melisa ile erken paylaşmak oldu. Melisa mevzuyu çok iyi biliyordu. Kadın-erkek ilişkilerini çok konuşmuştuk. Zaten arkadaşlık geçmişimiz de var benim, İlksen’in ve Melisa’nın. Dolayısıyla arkadaş sohbetleriyle birçok şeyi konuştuk. Filmi çekmeden sahneleri kendimizce çektik. Hepsi çok keyifliydi. Oynadığımız şeyi iyi anladık. Melisa’nın filme eklediği çok güzel sözler, noktalar oldu.


Yılmaz Erdoğan şöyle der: “Oyunculuk bir savunma sanatıdır”. Melisa’nın en güzel şeyi bu. O savunma sanatını yapıyor. “Bu benim rolüm, doğrusuna da yanlışına da ikna olacağım, ikna olmazsam oynamam” diyor. Bu o kadar doğru bir tavır ki.


“İhaleye girer gibi ilişkiye başlanmaz”


Nehir karakteri Ozan’a “Ben sana ben senin neyinim onu soruyorum” diyor bir sahnede. O beni çok etkiliyor. Çok basit bir soru bu. Çok sorulan şey bu, ama ben de bundan rahatsız olabiliyorum. Filmdeki gibi değil de mesela tanıştık, bir ilişkiye başladık, sinemaya gittik, yemek yedik falan... Sonra “Eee?” geliyor. “Eee mi?” “Yani biz neyiz şimdi?” Sürekli bir isimlendirme meselesi var. Kaçak dövüşmek istediğimden değil ama bu kendiliğinden olacak bir şey. Sen onun elini tutarsın, bir bakarsın bir gece o sana “Seni seviyorum” demiş ya da sen ona söylemişsin, “Çok özledim” demişsin. Ama böyle ihaleye girer gibi, kapalı zarf usulü sunup “Eee” demek saçma oluyor. Kendiliğinden olmalı. Ama işte bu geçmiş ilişkilerin yarattığı bir şey. Zavallı kadıncağız o kadar yıpratılmış, canı o kadar yanmış ki canı tekrar yanmasın diye defansa geçiyor. Ya da bir erkek “Nereye gidiyorsun şimdi” falan dediğinde aslında adamın geçmişte yaşadığı bir kaybetme meselesinden kaynaklanıyor. Adam önceden o tavrı koymak istiyor. O yüzden kimse tertemiz başlayamaz yeni bir ilişkiye.


“Bir ilişki yaşarken ki bu sadece aşk ilişkisi değil; her ilişkide ne düşündüğünü söylemek önemli. Karşındakinin üzüleceğini bilsen bile. Bence ilişki dediğin bu. Öbürleri yalan dolan. Dolayısıyla anlaşmazlıkların tamamında önemli olan karşındaki senin söylediklerinden ne anlıyor, nasıl tepki veriyor. Eğer oradan bir yere ulaşılamıyorsa o ilişkinin hemen bitmesi gerektiğine inanıyorum ben. Eğer pışpışlanıp hemen konu kapatılıyorsa o zaman da o ilişki bitmeli.”


“Gazetecilik önemli”


“Gazetecilik en az doktorluk kadar ciddi bir iş, çünkü algı yönetiyorsun. Senin bir alanın var ve o alanda bir şey söylüyorsun. Ben evimde gazete basıp binlerce kişiye ulaştırmıyorum.

Biz aslında sohbet ediyoruz gazetecilerle. O gazete sayfası yapılırken birisi küçük bir şeyi değiştiriyor ve her şey başka oluyor. Halbuki o röportajı okuyan kişilerle sohbet ediyoruz biz. Merak ettiği soruların cevabını alıyor ve benim o cümleyi nasıl söylediğimi bilmeden okuyor. Cımbızlanan cümleler bizi temsil etmesini istemediğimiz, bizi sadece pazarlanan nesneler haline getiren cümleler oluyor.


Mükemmel masal, mükemmel film


Filmde muazzam detaylar var. Müzikler başlı başına harika ama prodüksiyon ekibi öyle güzel bir iş çıkarmış, ev dekorasyonlarından kitaplara, kostümlerden ışıklara her şey enfes. Gerçi İlksen Başarır imzalı filmlerde bu detaylara verilen özene alışığız. Yine de bir kez daha takdir ettik. Filmin yönetmenliğini İlksen Başarır üstlenirken, daha önceki projelerde olduğu gibi senaryo yine Mert Fırat ve Başarır’a ait. Başrollerde Mert Fırat ve Melisa Sözen yer alırken kadroda onlara Hare Sürel, Derya Durmaz, Judith Lieberman, Onur Şirin, Anıl Altınöz ve Göktay Tosun isimleri eşlik ediyor. Filmin sürprizi ise Mert Fırat’ın seslendirdiği, muh-te-şem Bubituzak şarkıları! Soundtrack’i de bugün piyasada, meraklılara duyurulur.





Kadın Tarafı: Melisa Sözen


Temiz başlayan ilişki yok”

Hep “bir şey” var. İnsansın beraberinde bir şey getiriyorsun. Bu aslında iki insanın ruh sağlıklarının ne kadar yerinde olduğuyla alakalı. Filmde Ozan “Benim bir yaram var, müsaade et, onu şimdi iyileştirmek istemiyorum” da diyebilir. Orada yardım eli uzatmakla “tutturmak” arasında fark var... Ben Nehir’in çekip gitmesini çok seviyorum. Bana daha gerçek geliyor bu. Gerçek hayatta kadınların illa kurtarmak isteği var sanırım. Kadınların antipatik bulabileceği, erkeklerin de “Ne var ki” diyeceği noktaları Mert o kadar iyi oynadı ki; her şey iki tarafa da çekilebilir noktaya geldi. O yüzden şu anda Ozan’a hem kızıyorum, hem seviyorum, hem karşı çıkıyorum, hem anlıyorum.


“Yürütmeye gönlün var mı?”


Bence önemli olan iki kişinin de gönlünün olması. Bir ilişkiyi yürütmeye gönlünün olması. Anlamaya, tartışmaya... Beni filmde delirten şey şu: “O zaman terk et beni” demeleri. Hayır niye terk ediyoruz hemen? Bir dur. Bu bir ilişki, kavga, tartışma yaşanabilir. Her şey yaşanabilir ama önemli olan senin ve benim bu ilişkiyi yürütmeye gönlümüzün olması lazım. Aksi takdirde olmaz. Yaralı kişinin iyileşmeye de gönlünün olması gerekli. Anlamaya da... Sonrası kolay, sonrası akar...”


“İlksen Başarır ve Mert Fırat inanılmaz”


İlksen’le Mert’e bayılıyorum. Hayatı bu kadar iyi gözlemleyip insan ilişkilerinde verilen tepkileri o kadar iyi analiz ediyorlar ki... Klişeler güzeldir ben severim ama onları bu kadar iyi elemek, her şeyi o kadar iyi bir araya getirmek de zordur. Bunu yapabiliyorlar. İnanılmazlar. Bu kadar basit ama bu kadar gerçek ve hayatın bu kadar içinde olan bir hikâyeyi masallarla birleştiren, bir yanı çok naif bir yanı bu kadar sert bir senaryo yazmak kolay değil. Bazı lafları okurken “Ben bunu biliyorum, daha önce duydum” dedim. Dolayısıyla benim için çok özel bir iş. Onlarla çalışmak da öyle. Çalışma biçimleri de çok güzel.


Mert Fırat ilerde bir gün restoran açarsa ben de onunla restorana dahil olmak isterim.


“Tim Burton en sevdiğim yönetmenlerden biri. Hep Edward Scissorhands (Makas Eller) için çok üzülmüşümdür. İçimi çok parçalar.”


“Söylemediğim cümleleri görmek istemiyorum”


“Aslında zor röportaj vermiyorum, korunaklı durmaya çalışıyorum. O röportaj sonuçta beni temsil ediyor. Birileri onları okuyor, birilerinin aklında kalıyor. Ben söylemediğim şeyleri görmek istemiyorum. Ama maalesef burada kontrol edebileceğim tek kişi kendimim. Olması gereken düzende her şey farklı olur. Konuşmaya başladığım zaman, yangın yeri... Bir de söylediğimiz her şey büyük cümlelere dönüyor ya... Ben büyük cümleler söylemekten imtina ediyorum.





“Neyinim ben senin?”


Filmde bir “neyinim ben senin” sorusu var... Çok konuşulan bir şeydir bu. Etiketleri sevmesek de insan nereye gittiğini görmek istiyor galiba. Mesela yanımdaki adam telefonda konuşurken karşıdaki kişi “Ne yapıyorsun” diye sorunca “Heja’ylayım” diyorsa bu bir ilişkiye doğru gidiyor diyorum ama “Oturuyorum” diyorsa o zaman başka...

Mert Fırat: Ama o da doğru, oturuyorum, başka bir şey yapmıyorum ki...


Melisa Sözen: Kimle konuştuğun önemli orada.


M.F.: Evet. Annen-baban aradıysa, ne yapıyorsun, kimlesin diye sorduysa ya da yakın arkadaşınsa söylersin belki ama mesela çalıştığım dizinin yönetmeni aradıysa niye söyleyeyim ki? Bir de yani ilişkiyi daha sen biliyor musun bilmiyor musun...


M.S.: Bence bu kadar kurcalamamak gerekli. Önemli olan akış...


M.F.: Her ilişkiden çıktığında başka biri oluyorsun.


Erkekleri öpünce değil fırlatınca mı prens oluyor?

M.F.: Aslı öyle ama masalların hepsi erkeklere göre şekillendirilmiş. Egemen kültür “Öp ki prens olsun” diyor ama masal “Fırlat ki kabuğundan prens çıksın” diyor.


M.S.: Keşke gerek olmasa... Bence naif hale gelmiş masallar. Bazen gerçeği göremeyecek kadar kör olmuş birine doğruyu gözüne sokmak gerekiyor. Ama şiddetle değil.


M.F.: Olay şiddet değil orada. Kiminin kalbine dokunursun, kiminin aklına ve düzelir.


Erkeklerin beklentilerle ilgili problemi nedir?

M.F.:Galiba sorumluluktan kaçmak için böyle bir kaçış var.


M.S.:Bence öğrenilmiş şeyler bunlar. İlişkilerde bazı şeyler kodlanıyor ve sonraki ilişkinde


“Benden ne bekliyorsun” diye sormaya başlıyorsun. Halbuki bir şey beklemiyor sadece akışına bırakmayı bekliyor...

M.F.:Bazen minicik bir kelimeden, bakıştan bir iz görüyorsun. Çünkü orada bir duygu belleği var ve o tepki veriyor. Onu görünce “Bak bu tepkinin muhatabı ben değilim” diye konuşmaya başlarsan “Psikolog musun” gibi saçma bir yere gidiyor. Birbirini deneyimlediğin acayip bir süreç.


Sizin böyle salya-sümük âşık olduğunuz, izini atmakta zorlandığınız ilişkileriniz oldu mu?

M.F.: Herkesin başından geçmiştir.


M.S.: İnsansın sonuçta...


Röportaj: Heja Bozyel

Fotoğraf: Kartal Ulubağ

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.