Cihangir Göker ile doğru telaffuzu ve iletişim becerilerini geliştirebilmek için neler yapılmalı üzerine konuştuk. Tüm gün konuşsa bıkmadan dinlerim diyebileceğimiz insanlar vardır. Cihangir Göker de onlardan biri… Müthiş bir ses tonu, kelimeler ile dans ediyor adeta… Keşke benim de ses tonum böyle güzel olabilse diye düşünürken, hayranlığımı anlamış olmalı ki, ''her ses güzeldir Özlem'ciğim, doğru kullanılabiliniyorsa şayet'' dedi. Güldük… Ama bu, hiç unutmayacağım bir cümle olarak hayatıma işlendi bile… Konuşabilmek bir takım işi aslında. Doğru telaffuz için doğru vurguya ve melodiye ihtiyacımız var.
İşte meraklısına ders niteliğinde bir röportaj.
-Ankara'da hukuk öğrencisiyken TRT ile tanışmışsınız. Bu tanışma hikâyenizi anlatır mısınız?
1967 yılında soğuk bir kış günü aralığın son günleri... 1 Mayıs 1964 Türkiye Radyo Televizyon Kurumu'nun kurum olarak resmi şahsiyetini kazandığı tarihtir. 1 Ocak 1968 'de Türkiye Radyo Televizyonu Kurumu Ankara televizyonunu yayına başlatacak. Dediler ki bu kurumun kuruluşunda yer almak hoş olacaktır, seni mutlaka aramızda görmek istiyoruz. Ama nasıl rahatsızım böyle gribal de bir durumum var. (gülüyor)
Buna ne denir? Benim için bir onurdur bu değil mi? Nitekim 67 yılında önce sınavlar yapıldı. O sınavlarda yaklaşık bir 30 arkadaşımız katıldı. Çoğu hayatta değil şuan o sınavda yer alanlar...
Önce bir ses denetimi, Türkçe'nin nasıl kullanıldığına dair bir denetim derken iş rayına oturdu sınavları kazandık. 1967 senesinin yaz aylarında deneme yayınlarının ön hazırlıkları başladı. Ne heyecan ama sana tarif edemem Özlem (gülüyor). Sonuçta 31 Ocak 1968'e geldik. O senenin son günü yayın başlayacak. Mahmut Tali Öngören o zaman Ankara televizyonun müdürü. O gece yayına başlayacağız. Nuran Evren vardı. Nuran ilk anonsu yapıyor, yayına başlıyoruz. Rahmetli hocamız Profesör Afet İnan da Atatürk ve devrimleri diye bir ders verecek. 15-20 kişinin oturacağı bir anfi yaptık ve o programın sunumu bende, heyecanı düşünebiliyor musun? İşte Mahmut Bey açılışı yaptı, Nuran önce anonsu verdi derken sırasıyla bu akşam yürürlüğe girmeye başladı. Sıra bana geldi ilk konuşmayı devrimlerle ilgili ben yapıyorum. Sana bir şey söyleyeyim mi? Dizlerimin bağının çözüldüğünü hatırlıyorum. Düşün yani Türkiye'de ilk televizyon 1954'te Teknik Üniversitesinde Maçka stüdyolarında başladı. Özel bir yayındı ve haftanın 3 günü yayındayız. Deneme yayını bunun adı. 2-3 saat sürerdi bu yayın sonra İstiklal Marşı ve Türk bayrağı dalgalanırken yayın bitirilirdi. O dönem kimin evinde televizyon varsa o evde toplanırlardı. Halit Kıvanç'ımızın hoş bir benzetmesidir ''tele safirler bir evde toplanırdı'' derdi. (gülüyor)
Bu tempo yanılmıyorsam 1972 'den itibaren de İzmir ve İstanbul'da paket yayınlar halinde gitti. Yani bant halinde yayınlar gönderilirdi. Sonuçta gün geldi renkli yayına geçildi. Sene geldi 1990'a özel televizyonlar kuruldu ve bugünlere geldik.
- İstanbul Türkçesi denildiği zaman akla gelen ilk isim Cihangir Göker . Doğru telaffuzda en önemli etken nedir?
Şöyle tarif edeyim. Çok dikkatli gözlemliyorum, bizim Türkçemiz kullanılmıyor. İstanbul Türkçesi benim doğduğum tarihlere denk gelir. Esas kültür beldesi Fatih'tir. Fatih çok köklü bir semttir. Şişli, Nişantaşı daha sonra oluşmaya başladı. Bu arada da sana bir bilgi vereyim. Mecidiyeköy bölgesi hep dutluktu, faytonlar ile gezilirdi dut yerdik. ( gülüyor )
"TONLAMA KONUŞMANIN BESTELENMESİDİR"
Şimdi İstanbul Türkçesi dendiği zaman mesele nedir biliyor musun? Dilin musikisini kullanmak. Bir dili doğru vurgu ve doğru tonlama ile kullanmak yetmez. Burada asıl olan o musikiyi yakalayabilmektir. Yani bir 'sonra' sözcüğünün 'sora' diye söylenmesindeki sebep budur.
Ben şunu söylerim '' tonlama konuşmanın bestelenmesidir''. Evet, İstanbul Türkçesi odur. İşin içine sadece doğru vurgu ve doğru telaffuz girmiyor. Ses rengi içerisinde kullanabilmek…
İstanbul türkçesi bu işin temelidir. Açıkçası pek bir özen görmüyorum. Biraz da şikâyetimi sana söyleyeyim. Sizin gibi dile gönül vermiş dostları görünce mutlu oluyorum ve Türkçe'nin bayraktarları diyorum.
-Gelelim günümüz spikerlerine, neler söyleyeceksiniz?
Üzülerek ifade ediyorum ki, 100 kişinin içinde belki 10 kişiyi geçmiyor.
-Peki beğendiğiniz bir isim var mı?
İsim vermiyorum ama bu işi hakkıyla yapabilen yüzde 10'u geçmiyor. Hem böyle bir eğitim almamış bir çoğunluk var medyada görev yapan, bu konuda kurumsal kimlik sahibi olan medyadaki kuruluşlar çok daha fazla özen göstermek zorunda. Bu ne biliyor musun? Halka saygı. Ben bunu biliyorum. Halka saygıyı eğer göstermek istiyorsanız kurumsal kimlikler, Türkçe'de bu işleri çok iyi başarmış kişilere istihdam etmelidirler. Çünkü ne diyor sokakta ki benim sevgili vatandaşım ''haber spikerinden duydum, doğru söylemiştir' diyor. O kadar güveniyor ki ama maalesef çok azı doğru söylüyor.
-Dili öğretenler aslında haber spikerleri değil mi?
-Evet, tabii ki çok etkililer.
-Vücut dili doğru konuşma ile nasıl sentezlenir?
Şöyledir: Eğer bir ifadeyi beden dilini katmadan kullanıyorsan o kuru kalır. Yani radyo programı yapan bir arkadaşım radyoda beni nasıl olsa kimse görmüyor deyip beden dilini katmamazlık edemez. Beden dilini kattığın zaman o ifade çok daha hoş olacaktır. Beden dili her halükarda mutlak kullanılmalıdır. İfadeyi güçlendirir. İçtenliği karşı tarafa çok daha iyi yansıtır. Kesin kuraldır.
-Kitap okumak günlük konuşma dilini nasıl etkiler?
Bilmediğimiz sözcük karşımıza çıktığı zaman o sözcüğün anlamını aramaktır kitap okumanın faydası. Kitap okumak dilimizin gelişmesine değil, bilgi dağarcığının gelişmesine katkıda bulunur. Oysa dilimizin gelişmesi için sesli okumak gerekir. Her gün bir 15 dakika mutlaka sesli okuyun ve abartılı okuyun. Bu dilin ve dudağın tembelliğini alacaktır.
Artükilasyonun gelişmesi için önerileriniz nedir?
Bu çalışma her gün yapılacak. Ben demeyi sevmiyorum ama kendimden de örnek vereyim. Her gün hala 10 dakika sesli çalışıyorum. Dostlara tavsiyem yanakları ağrıyıncaya kadar çalışmaları. Sesli ve abartılı olarak okusunlar.
Şiveli konuşan insanlar doğru telaffuz için nasıl bir yol izleyebilirler? Diksiyon eğitimi yeterli midir?
Efendim eğitim kurumumuzda 10 derslik bir programımız var. Bu 10 derslik programda 3’er saatten 30 saatlik bir eğitim veriyoruz. Burada işin köşe taşları ile ilgili, ana bilgileri ile ilgili paylaşırız her şeyi. Bazen 3-4 ders. Sonra ilk derste çalışılmış olan bir hususu sorarım arkadaşlara. Diksiyon kapsamında yapılacak çalışma, hiç acele etmeksizin tane tane sesli okumaya çalışarak bu problem çözülür. Ben çok şiveli konuşan dostun o şiveden kurtulduğunu bilirim.
Diksiyon kursları iletişim becerilerini geliştirebilme konusunda ne derece faydalıdır?
Çok faydalı. Beden dili işin içinde olacak. Topluma hitap eden kişiler. İster radyoda, ister televizyonda olsun, ister mesleki toplantılarda olsun beden dilini işin içine katarak doğru bir Türkçe ile doğru melodilerle seslenebiliyorlarsa eğer mesele çözülür.
Bir spikerde olması gereken özellikler nelerdir?
1. Saygılı olmak. Şunu hiç unutmasınlar seyircinin ve dinleyicinin huzuruna çıkmak, kulağına hitap etmek, gözüne hitap etmek bir onurdur. Bu onurun ne olduğunu unutmasınlar. Halka saygı bu meslekte kendilerini yetiştirmeleriyle ancak mümkündür. Aksi takdirde saygısızlık olur halka ve benim yüce halkım o saygıya değer bir halk. Kendilerini yetiştirsinler. Yetiştiremiyorlar ise gelsinler ben yardımcı olayım. (Gülüyor) Bir dilin devamlılığını bir kaynakta buluşarak sağlamak mümkündür. Bu iş herkesin bir tarafa çekeceği bir alan değil. Dilin kuralları var. O kuralların içinde o müziği o besteyi doğru yapacak. Başka tarifi yok.
Son olarak spiker adayları için neler söylersiniz?
Bu iş sevginin ötesindedir. Bu iş aşkla bağlanılması gereken bir iştir. Çok okumalarını tavsiye ediyorum. Kelime dağarcıklarında çok fazla kelime biriksin. Demiyorum ki bir sözlüğü ezberlesinler. Ama çok fazla kelimeye sahip olsunlar. Bunun getireceği avantaj şu: seçenek sunacaklar kendilerine... Yani bu meseleyi daha iyi nasıl anlatırım? Herkesin anlayacağı bir dille nasıl anlatırım? O halde zenginlik varsa dil dağarcığında seçebilir onun içinden. Işık hızından daha öteye bir hız var. Bunun için çok okumaları şart. Okuduklarında bilmedikleri kelimeleri hemen öğrenmeye ve seslerini kontrol etmeye çalışsınlar. Benim başıma geliyor ''ben sesimi beğenmiyorum'' diyor. Allah'ın verdiği sesi değiştirmeyin sakın. (Gülüyor)
O var ama… Kendi sesimizi dinlediğimiz zaman beğenmiyoruz. Neden oluyor bu?
Ama onun bir güzelliği var. Şöyle söyleyeyim sana, o ses o yaradılışın içinde o kişiliğin bir parçası. Değiştirmek başarısızlığa götürür. O sesi doğru kullanmak önemli. Her ses güzeldir doğru kullanılabiliyorsa...
Gençler seslerinden şikâyetçi olmasınlar. Allah'ı gücendirmesinler. Şiir okuyun ve müzik dinleyin. Müzik o sesleri algılamada bir rahatlık getirecektir. Kulak daha hassas hale gelecektir. Ne çıkıyor ortaya biliyor musun? Kendini duymak değil değerlendirmek derim. Ağızdan çıkan her sözü değerlendirmek gerekir. Buna da alışmaları lazım.
Gönül veren dostlara tavsiyem şudur. Bu eğitimleri aldıktan sonra, kendi seslerini kaydedip dinlesinler. Zamanla, dinledikçe kendi seslerine alışacaklardır.
YORUMLAR