Taşralı, 9 çocuklu Hilfiger Ailesi’nin ikinci çocuğu Thomas Jacob’ın, annesinin taktığı ve bizim de bildiğimiz adıyla Tommy Hilfiger’ın, başarılı bir iş adamı olacağı 5 yaşında oyuncaklarını satmasından belliymiş. Hilfiger (63), pazarlama zekâsına rahat giyim tutkusunu da ekleyince 1985’te kendi adını taşıdığı giyim markası çıkmış ortaya. Bugün ise Kuzey Amerika, Avrupa, Orta ve Güney Amerika ve Asya Pasifik bölgelerinde 1.100 mağazası bulunan 5.6 milyar dolarlık bir dev... Başarısında Türk insanının da tuzu var, zira 20 yıldır üretiminin bir bölümünü Türkiye’de yaptırıyor ve memnun olduğunu her fırsatta dile getiriyor. Ayrıca 2008’de evlendiği ve “Dee” diye hitap ettiği eşi Deniz Carolina Erbuğ da yarı Türk. Hilfiger kampanyalarında 8 sezondur rol alan ‘The Hilfigers’ ailesinin üç üyesi Robert Jackson King, Julia Hafstroem ve Bernard Fouquet’i de geçen hafta İstanbul’a gönderdi. Ailenin İstanbul’a seyahatiyle ilgili “Hilfiger’lar, markamızın kolejli stilini en iyi biçimde yansıtıyor. Sezonun reklam kampanyasının ruhunu böyle özgün biçimde İstanbul’a taşımaktan heyecan duyuyorum” diyenTommy Hilfiger yoğun çalışma programı içinde sorularımızı cevapladı. İstanbul’daki ailesi de Kapalıçarşı’da keyifli fotoğraflar verdi.


Eşiniz Dee, yarı Türk. Geçen yıllarda birlikte İstanbul’u ziyaret etmiştiniz. Yakın zamanda yeni bir İstanbul planı var mı?

Türkiye’yi çok seviyorum, özellikle İstanbul çok güzel bir şehir. Dee ile birlikte 2011’de İstanbul’a geldik. Sultanahmet Camii, Topkapı Sarayı ve inanılmaz bulduğum Kapalıçarşı’yı gezmekten büyük keyif aldık. Muhteşem yemeklerden mimarinin ve mağazaların güzelliğine kadar harika bir deneyimdi.


Her şehir bir tasarımcıya ilham verebilir, İstanbul bu konuda cömerttir.

Büyük şehirlerin yaratıcılığı ve enerjisi beni hep cezbeder. İnsanları ve mimarisinden müzelerine kadar şehirle ilgili her şey bana çalışmalarımda ilham verir. İstanbul da buna dahil. Örneğin şehrin ara sokaklarında dolaşırken şahane renkler, kumaşlar, takılar ve dokular bana ilham verdi.


Yelkenin markanız üzerinde önemli etkisi var.

Türkiye’de yelken yapma fırsatınız oldu mu? Evet, Türkiye’deki en unutulmaz anılarımızdan biri kıyı boyunca yelkenliyle yaptığımız yolculuktu. Denizden manzara nefes kesici, ülkenin güzelliğini farklı bir perspektiften görme ve takdir etme fırsatı veriyor.


Her zaman kendi markanızı mı giyersiniz?

Gardırobumun büyük çoğunluğunu kendi kreasyonlarım oluşturuyor ama seyahatlerim sırasında bulduğum özgün parçaları karıştırmayı da seviyorum. Vazgeçilmezim klasik bir lacivert blazer ceket. Bunu canlı renklerde chino pantolonlar ve beyaz bir gömlekle tamamlıyorum. Bu klasik görünümle ofis toplantılarından, arkadaşlarınız veya ailenizle bir akşam yemeğine gidebilirsiniz.


‘ÖZÜME SADIK KALARAK BAŞARILI OLDUM’

Bu yüzyılın en başarılı tasarımcıları arasında gösteriliyorsunuz. Dünyaya hitap eden bir marka yarattınız, neydi sizin alametifarikanız?



Hayallerimin peşinden giderek ve özüme sadık kalarak başarılı oldum. Başından beri hedefim, markamızın imzası olan klasik, cool, kolejli stili günümüzde de kullanılabilen yeni biçimlerle tekrar yorumlamak oldu. Bir dünya markası haline gelirken ve hatta global bir şekilde genişlerken bile “klasik Amerikan tarzı” görünüm ve his, Tommy Hilfiger stilinin özündeki yerini korudu.


Sizden sonra izinizden giden markalar oldu ama hiç biri sizin gibi olamadı.

1985’te şirketimi kurduğumda Amerika’nın doğu kıyısından esinlenerek klasik ve kolejli stili fark eden fazla marka yoktu. Bu stilin öncülüğünü yaptık ve bu tarza attığımız imzamızla tanındık.


Öncü olmak önemli anladım ama bir de müşteriler var...

Bence başarılı bir iş inşa etmenin temel unsurlarından biri müşterilerin ne istediğini anlamaktır. Müşterilerimizi anlıyoruz ve her sezon beklentilerinin ötesine geçmek, imzamızı taşıyan kaliteli ürünleri sürekli olarak erişilebilir fiyatlarla sunmak için çok çalışıyoruz.


Çalışkan olduğunuz aşikâr, ancak kolejli teması gibi dar bir alanda tasarım yaparken her sezon yenilik katmanın üstesinden nasıl geliyorsunuz?

Her sezon ilginç ve yeni kreasyonlar sunmak, heyecan veren bir zorluk ve beni motive eden de bu. Müşterilerimize her sezon klasik kolejli stilini modern, eğlenceli ve yeni yorumlarla, her zaman kaliteye vurgu yaparak sunuyoruz.


‘Moda her zaman evrim geçiriyor’

Moda algısında son yıllarda taşlar yerinden oynuyor, lüks kavramı değişiyor, hazırgiyimde bile kişiselleştirilmiş ürünler gündemde, teknolojik kumaşlar olmazsa olmaz... Moda nereye gidiyor?



Moda her zaman evrim geçiriyor, modanın sevdiğim yanlarından biri bu. Harika stiller yaratmaya odaklanıyorum çünkü tarzın trendlerden daha uzun ömürlü olmak gibi bir niteliği var.


“The Hilfigers” ailesi fikrini nasıl yarattınız?

2010 sonbahar kampanyamız için sıra dışı bir konsept oluşturmak amacıyla yaratıcı ajans Laird + Partners ile işbirliği yaptık. Kolejli tarzımız ile birlikte markanın mirasını, yeni ve eşsiz bir şekilde yansıtan, özgün bir görsel kimlik taşıyan bir reklam konseptiyle lanse etmek istedik.


Reklam kampanyalarınızda genellikle aynı modellerle çalışmanızın bir nedeni var mı?

Aile üyelerinin birçoğu, 2010 sonbaharındaki ilk kampanyamızdan bu yana bizimle çalışıyor ve her sezon tanıttığımız yeni karakterler de gruba katılarak aileyi genişletiyor. Bu kadar sezonun ardından gerçekten de ailemizin bir parçası oldular.


Modelleri nasıl seçiyorsunuz?

Modelleri seçerken markanın rahat ve genç ruhunu benimseyen ve ailemize yeni bir boyut katan farklı kişiler arıyoruz. Tasarımlarımızı herkes için yaratıyorum ve kampanyalarımızdaki ailemizin de markamızı kucaklayan çeşitli tüketici ve yaş gruplarını yansıtıyor olması çok önemli.


Röportaj: Aysun Öz

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.