“Nerede o eski Ramazanlar…” diye başlamayacağım bu yazıya. “Yeniden yeni bir Ramazan anlayışı kazanmak için neler mümkün?” diye sorarak başlayacağım.


Bu Ramazan da eskiden olduğu gibi, aynı sorularla başlıyoruz. “Sakız çiğnemek orucu bozar mı?”, “Diş fırçalamak orucu bozar mı?”… Oruç tutarken bile korkuyla tutuyoruz. Ya bozulursa? Namaz kılarken de korkuyla kıldığımız gibi… “Ya kabul olmazsa?”, “Ya yanlış abdest aldıysam?”… Şüphe ve korku kişiyi teslimiyetten uzaklaştıran yegane iki duygu. Teslim olmak, Kuran’ın şiarı iken kendimizi ibadetlerimiz noktasında korku ve şüphe deryasında yüzerken buluyoruz. Öyle ya imanımızı kaybetmekten bile korkuyoruz. Oysa ki korkunun ve şüphenin olduğu yerde teslimiyetten bahsedemeyiz. Müslüman teslim olan kişidir öyle değil mi?


Her ibadet gibi, oruç da bu teslimiyeti pratiğe dökmek için hayatımıza sunulan bir uygulama. Kuran’daki diğer uygulamalar gibi, oruç da ruhun yükselmesine hizmet eden bir ibadet. Psikolojide bedene uygulatılan pratiklerin ruh sağlığımıza olan pozitif katıkılarını saymakla bitiremeyiz. Bu nedenle Yaradan’ın niyeti bize ibadetleri uygulatarak bizi ruhsal olarak geliştirmek ve iyileştirmek olsa gerek. Ancak biz sadece orucu mideyi boş bırakmaktan ibaret olarak algılamaktan öteye geçemiyoruz.


Oruç tutmak, ilkel beynimizi, yani psikolojide id dediğimiz ruhsal aygıtımızı, Tasavvuftaki tabiri ile nefs-i emmareyi ehlileştirmede en önemli enstrümanlardan biri. Oruç tutarken, öyle her istediğimizi yapamıyoruz. Acıkmak ve yemek gibi en ilkel davranışımızı, korteksimizi devreye sokarak durduruyoruz. Kendimizi bekletmeye alıyoruz. Beklemek beyni geliştiren çok önemli bir davranış. Şimdiki çocukların her istedikleri anında olduğu için dürtü kontrol bozukluğunun çocuklar arasında yaygın olduğunu düşünüyorum.


Kendimizi sadece yemek konusunda bekletmeye almıyoruz oruç tutarken ya da almamalıyız demeliyim. Eğer gerçekten orucun amacına ulaşmasını istiyorsak ruhsal bir oruca da ihtiyacımız var. Öncelikle şüphe ve korku detoksu yaptırmalıyız kendimize. Eleştiri ve yargılamanın en kötü davranışlardan sayıldığı Kuran’ı belki bu sene daha dikkatli okuyarak kendimize eleştiri ve yargılama orucu da tutturabiliriz. Sosyal medyada her istediğimiz yorumu yapmayabiliriz mesela. Ya da birinin davranışı karşısında hemen yargıya varmadan durdurabiliriz kendimizi. “Oruçluyum, sinirliyim” bahanesini bir kenara bırakarak oruçluyum öfkemi tutuyorum ve kontrol ediyorum anlayışına geçebiliriz. Orucun bedensel olarak oluşturduğu yoksunluk aslında ruhsal yoksunluklarımızı da açığa çıkarıyor. Anne rahminden itibaren belki de alamadığımız eksikliğini hissettiğimiz sevginin yerini öfkeye bıraktığımızı fark edebiliriz bu sene. Bu nedenle öfkelenmek yerine, ruhsal açlıklarım neler diye kendimizi bir sorguya çekebiliriz.


Belki bu sene mukabeleden mukabeleye koşturmak yerine, Kuran’ı kalbimizle okuyabiliriz, acele etmeden, bekleterek, yavaşça. Bu okuyuşta Necm suresindeki ‘Çöken yıldıza and olsun’ ayetini farkederek, kara deliklerin de bir yıldız çökmesi ile oluştuğunu hatırlayıp kadim bilgi ile bilim arasında bir köprü kurabiliriz zihnimizde. Mülk suresinde ‘…O ölümü ve hayatı yaratandır’ ayetine bir kez daha bakıp, evrenin başlangıcı üzerine düşünebiliriz. Acaba neden önce ‘ölüm’ kelimesi geliyor diye sorabiliriz mesela…


Ve kalbimiz… Kalbimize eğilerek, onu anlayarak, hissederek, kalpteki bilgi ile temas ederek bambaşka bir Ramazan geçirebiliriz. Kuran’ı Kerim’deki ‘Allah inatlarından dolayı, kulaklarına ve kalplerine mühür vurmuştur’, ‘Kuran’ı senin kalbine indiren O’dur’, ‘Bizim kalplerimiz örtülüdür, söylediklerini anlayamıyoruz’, ‘…. “Kalpleri var fakat gerçeği anlayamazlar, gözleri var onunla göremezler’ ayetlerini daha derin okuyup, kalbe yapılan bu vurgularla acaba ileride bilimsel olarak kalbin karar verme ve gerçeği algılama konusunda beyinden daha gelişmiş olduğu keşfedilir mi?” diye düşünebiliriz mesela...


Bu sene tüm toksik duygularımızdan arınarak bir Ramazan geçirsek… Jung’un tarif ettiği, başkalarına yansıttığımız onlarda gördüğümüz en karanlık en gölge yanların aslında kendimizde olduğunu farkedip, dışarıya attığımız bakışlara ve salladığımız parmaklara oruç tuttursak. Ha ne dersiniz? Daha iyi olmaz mı? Bu sene nerede o eski Ramazanlar demeyi bırakıp, yüz yıllardır sorulan aynı soruları bitirip, yep yeni sıfırdan bir anlayış mı geliştirsek? Belki de Yaradan bize oruç tutturmakla bunu murat ediyordur. O hal de ey oruç bizi tut, bizi dönüştür, bizi ehlileştir, arındır.



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Nasıl güzel anlattınız yine.. tebrikler..yüreğinize sağlık..
    CEVAPLA
  • Misafir Her birimiz bakış açısını değiştirmek ve kemdimizi ve Yaradanı anlamaya çalışmadığımız sürece,hep nahanelerimiz ve şüphelerimiz olacak bana göre.Ama farkındalıköarımızı artırıp,bilgilendiğimiz zaman,kalbimiz de aklımız da uslanıyor.Yazılarınızla,kştaplarınızla,yayınösrınızla iyi bir rehberimsiniz,teşekkür ederim Betül Hanım
    CEVAPLA
  • Misafir Bayıldımmmm, işte benim gibi bakanlarda varmış.. Şükür
    CEVAPLA
  • Misafir Harika yaa harika ah bu düşünceler bu bakış egemen olsa ülkem, dünya nasıl bir yer olurdu????
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.