Bir yıl önce eşimden ayrıldım. Aslında uzun süre önce bitmesi gereken bir evlilikti. Evlilik ve öncesindeki süreçle birlikte yaklaşık on iki yıldır aynı adamla beraberdim.
Son yıllarda seks dayanılmaz bir hal almıştı. Evlilik kurumunun dayattığı ve bu kurumun sürdürülebilirliğinin temeli olan cinsel beraberlik artık beni her seferinde ölmeden mezara sokan bir "vazife" halini almıştı.
Ayrılık kararı aldıktan sonra eşimin evden ayrıldığı gün çok ağladım, çok üzüldüm. Yaşadığım yokluk, kaygı ve telaşın yanında hissettiğim çok güçlü bir duygu daha vardı: Yaşasın artık seks yapmak zorunda değildim. Yatağımda yalnız uyuyacak ve benden talep edilen zorlama cinselliği yaşamayacaktım. Hayatımın sonuna kadar böyle yaşayabilirdim. Belki de aseksueldim ama olsundu. Bu isteksizliğin kaynağının bizzat ben olduğuma kendimi inandırmış ve bu olası sorunu düşünmeyi veya halletmeyi çok sonralara bırakmıştım.
İçimde yıllardır sadece eşime karşı değil, hiç bir erkeğe karşı en ufak bir cinsel arzu uyanmamıştı. Fakat beni kemiren bu ilişkiden kurtulduktan sadece birkaç ay sonra bedenimdeki değişiklikleri hissetmeye başladım. Kısaca kadın olduğumu ve aseksuel olmadığımı içimde uyanan veya hatta yeni doğan dürtülerimle görmüş oldum. Evet ben bir kadındım. Güzel bir kadındım. Arzulayabilen ve arzulanabilen bir kadındım. Bu enerji her yanımdan dışarı akıyordu sanki ve sürekli umulmadık şekillerde birileriyle karşılaşmaya, tanışmaya başladım.
Hayatımda ciddi bir ilişki istemediğimden eminim ve öyle gibi de davranmıyorum. Hem zamanı değil, hem de şartlar uygun değil.
Uzun zaman önce tanımış olduğum ama yıllardır görmediğim eski bir arkadaşımla bir şekilde karşılaştık ve arada bir görüşüyoruz. Bana ilgi duyduğunu biliyorum, aramızda herhangi bir şey de yaşanmadı. İyi vakit geçiriyoruz, konuşabiliyoruz ve flört enerjisi de beni besliyor.
2 hafta önce yine buluşmuşken yanımıza bir arkadaşı geldi. İş yerinden oldukça yakın bir arkadaşı. Birkaç saat oturduk, çok iyi vakit geçirdik, benim evime geçtik. Her şey çok arkadaşça ilerliyordu. Sonra arkadaşımın çıkması gerekti. Annesi rahatsızlanmıştı. Yeni arkadaşımla baş başa kalmıştık. O ana kadar aklımda onunla bir şey yaşamaya dair en ufak bir fikir yoktu. Çünkü arkadaşımın yakın arkadaşıydı bir kere. Fakat arkadaşımın gitmesine rağmen hala evimde olması ve benim bunu yadırgamamam belki de içten içe bir dürtünün sonucuydu. Yakışıklı ve etkileyici bir adamdı. Bir film koyduk, hiç de romantik olmayan bir film. Fakat film filmdir. Birden yakınlaşmaya başladık ve tabi olanlar oldu. Hayatımın en iyi ikinci seksini yaşadım. Evet arkadaşımın arkadaşıyla. Her anlamda mükemmeldi.
Şehvet öyle güçlüydü ki muhasebe yapılacak tek bir saniye vermedi bize. Yaşamak istedik ve yaşadık. Fakat sonrasında kendimi hiç hissetmediğim kadar suçlu hissettim. O da öyle hissetti. İkimiz de iyi bir arkadaşımızın arkasından iş çevirmiş gibiydik. Konuştuk. Bunun bir sır olarak kalmasına ve tekrarlanmamasına karar verdik. Tabi bu sır beni birkaç gün kemirip durdu, birkaç kez konuşup itiraf etmek istedim, vazgeçtim.
Vazgeçtim çünkü, zaten aramızda hiçbir şey geçmemişti, sevgili değildik. Neden herhangi bir sorumluluğum olmayan birine karşı vicdan azabı duyuyordum ki? Biz kadınların kendi kendimizi suçlama ve sindirme alışkanlıklarımızdan kurtulmamız gerek. Seks sadece seks olabilir. Hem de iyi bir seksse, tadını çıkarmaya bakmak lazım belki de.
Bir daha görüşmedik yüz yüze. Ama arada bir aklıma geliyor ve görüşmeyeceğime dair kendime söz veremiyorum.
içimdekigöçebe
Facebook Yorumları