Yine yalnızları oynuyordum Beşiktaş sahilinde, gökyüzünde uçuşan martılar, hafif hafif çırpınan dalgalar, inceden esen poyraz esintisi ve her biri ayrı telden çalan yüzlerce insanla beraber. Feribot iskelesinin yanındaki parkta, banklara kurulmuş, dudaklarımda sigaram, elimde gazetem geniş zaman sevişmelerimizden birini yaşıyordum şehrimle.


Aniden geldin, oturdun yanıma, hiç sormadan, selam bile vermeden aldın elimden gazetemi. Sırtını döndün yüzüme ve hızlıca çevirmeye başladın gazetenin sayfalarını. Telaşlı telaşlı bir şey arıyor gibiydin sanki. Arka sayfaya geldiğinde aradığını buldun ve birden kopardın kahkahayı, ama ne kahkaha! Gazeteyi uzattın ve gözünle orayı işaret ettin bana. Bir köpek vardı arka sayfada, 15 tane yavrulamış ve gazeteye çıkmışlardı. Güldün ve “Aynı bana benziyor” dedin, şaşırdım, soran gözlerle baktım sana bu sefer: “Kızın kalçaları!... Aynı benim kalçalarıma benziyor” dedin. Sağ tarafta Miranda Kerr’in İbiza’da kayalıklarda çekilmiş bikinili pozu vardı...


O an yavaş yavaş fark etmeye başladım gözlerinin akını boyayan o koyu sarılığı, dip boyanın asırlar öncesinden geldiğini, buruşmuş parmaklarındaki mavi ojelerinin yarısını yediğini... Üzerinde hemşire önlüğü vardı rengi beyazı çoktan terk etmiş ve yakanda gönüllü trafik polisi kartın ve Atatürk rozetin ve 4 yapraklı yoncan ve tek kanatlı martın... Anlatmaya başladın, 7 aylıkken kaybettiğin bebeğini, Akdeniz anemisi ve aslen Rus ve doktor ve ücretli et yığını ve gizli polis ve cumhurbaşkanı olduğunu... Çantandan çıkarttığın çekirdeği çitledik keyifle ve güldük her söylediğin söze... Israr ettin ve koluma girip bütün Beşiktaş sahili gezdik beraber, Çingeneden gül aldım sana, beraber kumpir yedik, hasta olsan da ısrar edip birer birer içtin sigaramdan... Manitam olur musun dedin, olurum dedim sen iste, numaramı alıp aşkım 5 diye kaydettin, 5’i hiç sormadım sana... Ama en sevdiğim sayıydı. Uygunsuz sözler ettin, ellerimi alıp kötü yollara çekmek istedin, gözlerindeki delilikle birleşen ateşini silah sanıp gözlerimin içine bakarak 2 haftadır sevişmediğini ve beni istediğini... Söyledin…


Hep havaya baktım, havadakine yerdekini sormadım sorgulamadım sadece baktım havaya öyle. 1 saat içinde bin farklı konu açtın ve söylediğim hiçbir şeyi dinlemedin. Haklıydın. Ben deliydim. Sen dertli... Minibüse bindirdim seni 40 yalanla, sonra geldim, şimdi aynı yerde oturuyorum ve çöpçü yere tükürdüğümüz kabukları süpürürken çok fena küfürler ediyor bıyıklarının altından. Keşke burada olsaydın da görseydin, çok gülerdik...



Dip Not: Aylar sonra bir telefon geldi, ahizenin karşısındaki ses bana aşkım 5 dedi. Anladım bu Pakizeydi, nasıl olmuşsa olmuş gecenin onikisinde şubatın soğuğunda yolu düşmüş Çengelköy’e, dışarıda kalmış belli ve bütün aşıklarını aramaya başlamış, bana gelene kadar pek şansı yaver gitmemiş olacak ki, soğuktan titreyen sesi ağlamaklıydı. Gittim aldım onu sahilden ve bir gece misafir ettim, ev arkadaşlarım pek memnun olmasa da bu Tanrı misafirinden, bir güzel yemeğini yedi, duşunu aldı, benim pijamalarımı giyip mışıl mışıl uyudu. Sabah bizimle beraber 6 buçukta kalkmak zul gelse de binbir sözle ikna ettim ve aldığım yere bıraktım onu, bir daha da ne gördüm kendisini ne de duydum sesini… Ama her okuduğumda bu şeyleri, içimde buruk bir his bırakır ve gözlerimden silinmez bir türlü onun akı sararmış kederli gözleri…


Orhan Taşdelen




Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.