Free-Range Kids kitabının yazarı Lenore Skenazy ve sosyal psikolog Prof. Jonathan Haidt’in aylık olarak basılan Reason dergisi için beraberce kaleme aldıkları yazıda, günümüz ergenlerinin geçmiş dönemlerde yetişmiş nesillere göre ne kadar dirençsiz ve kırılgan yetiştirilmekte oldukları tartışılıyor. Ülkemizde yetişmekte olan yeni nesle olan paralellikler dikkatimizi çekti. Yazıyı bu nedenle yayınlıyoruz.
Çocuğun güvenliği
Geçen sene bir yerel gazetede çıkan haber şu şekilde: Ergenlik yaşlarındaki bir çocuğun yerden topladığı dalları kesmekte olduğunu görenler polise haber veriyor. Çocuk, kendisine sorguya çeken polise arkadaşlarıyla oynamak için bir kale yapmaya çalıştığını söylüyor. Bunun üzerine polis, “çocuğun ebeveynlerine sağ salim teslim edilebilmesi için elindeki alet edevatı alıyor.”
Amerika’nın başka bir bölgesinde, bir anaokuluna oyun parkı ekipmanı alınmasını sevinçle karşılayan çocuklara, zemin odun yongası değil de çimen olduğu için parkta oynamalarına izin verilmiyor. Okuldaki yetkiliye göre bu bir “güvenlik konusu” ve çimen üzerinde oynamak, yerel yönetmeliğe karşı.
Parents dergisinin bir kaç yıl önce yaptığı haberde sorduğu soru şuydu: “Çocuğunuz artık kısa süreler için evde kalacak yaşa geldi ve sık sık tek başına kalıyor. Peki bir iş için dışarı çıktığınız zaman onu ev arkadaşıyla bırakmak güvenli mi?” Derginin bu soruya verdiği cevaba göre bu, kesinlikle güvenli değil. “Çocukları da beraberinizde götürün veya işinizi başka bir zamana erteleyin. Didişip birbirlerini incitmediklerinden emin olmak isteyeceksiniz."
Koca bir jenerasyona hayatın üstesinden gelemeyeceksiniz dedik, onlar da buna inandı
Burada çok basit bir prensip söz konusu: Bu jenerasyonun çocukları, daha önce hiç bir jenerasyonda olmadığı kadar koruma altında olmak zorunda. Alet edevat kullanamazlar, çimende oynayamazlar ve tabii ki, arkadaşlarıyla girdikleri ağız dalaşının üstesinden gelemezler... Bunun sonucu olarak artık Y kuşağı yani milenyaller, günümüzde yetişkinlerin katetmiş olduğu mesafeyi katedemiyor. Koca bir jenerasyona, asla yeterince güvende olamayacaklarını söyledik, onlar da buna inandı.
Niyetimizin iyi olduğu ortada ama çocuklarımızı koruma çabalarımız geri tepiyor olabilir. Çocukları risk, başarısızlık ve kırılan duygular dahil, hiç bir konuyla kendi kendilerine yüzleşecek şekilde yetiştirmediğimiz zaman toplumumuz, hatta ekonomimiz bile tehlikeye giriyor. Buna rağmen çağdaş çocuk büyütme pratikleri ve yasalar, bu hazırlıklı olma eksikliğini artırmak ister gibi görünüyor. Ortada, çocukların gördüğü, yaptığı, yediği, duyduğu ve yaladıkları her şeyin kendilerine zarar verebileceği korkusu var. Hatta yüksek öğrenimde yayılmaya başlayan yeni bir inanca göre sözcükler ve fikirler bile travmatik olabiliyor.
Koca bir jenerasyonun, büyümenin temel zorluklarının üstesinden gelemeyeceği fikrine nasıl vardık? Çocukluk, 1980’lerden itibaren değişmeye başladı. Ebeveynlik normlarındaki değişen yönelimler, yeni akademik beklentiler, artan yasal düzenlemeler, teknolojik ilerlemeler ve özellikle de abartılmış bir kaçırılma korkusu gibi nedenlerden dolayı çocuklar, gözetim altında olmadan uzun süre oynama, keşfetme ve çatışmaları kendi kendilerine çözme deneyimini büyük ölçüde kaybettiler. Bu, onları daha kırılgan, daha kolay incinir ve başkalarına daha çok bağımlı bir hale getirdi. Kendilerine, problemlerini çözmeleri ve sıkıntılardan korunmaları için otorite figürlerine başvurmaları gerektiği öğretildi ve bu da sosyologların “ahlaki bağımlılık” olarak tanımladığı durumu ortaya çıkardı.
Bu, üniversite ve sonrasında gençlerin geliştirmesi gereken açık fikirlilik ve esnekliğe yönelik bir tehlike teşkil ediyor. Okula girdikleri veya kariyerlerine başladıkları zaman hayal kırıklığı ve yanlış anlamalara aşina değillerse “hiper duyarlı” olmalarına şaşırmamalıyız. Engelleri aşma yetileri gelişmezse, bir karınca tepesi bile onlara dağlar kadar yüksek görünebilir.
Bu şişirilmiş tehlike ve incinme, artık kampüslerde de yaygın. Artık bir kişinin ne söylemek istediği veya makul bir dinleyicinin bir ifadeyi nasıl yorumladığı önemli değil. Önemli olan, herhangi bir kişinin bu ifadeyle kendisini incinmiş hissedip hissetmemesi. Eğer hissetmişse, konuşmacı bir “mikro agresyona” neden olmuş sayılıyor. İncinen tarafın tamamen öznel tepkisi de dekana bir e-posta yazmak ya da bir şikayet dilekçesi göndermek oluyor. Bunun sonucunda günümüz profesör ve öğrencileri artık kendilerini buz üzerinde yürür gibi hissettiklerini ifade ediyorlar. Yüksek öğrenimin yapı taşlarından olan özgürce sorgulama ve açık tartışma süreci, böylece zedeleniyor.
Ebeveynler, öğretmenler ve profesörler, şahit oldukları artan kırılganlıktan bahsediyor. Çocuklara aşırı korumacı yaklaşmanın ve üniversite öğrencilerinin hiper duyarlılığının, aynı madalyonun iki yüzü olduğu sonucuna varmamak mümkün değil. Çocuklarımızı korumak için bu kadar fazla çaba sarf ederek onları başarılı olmaları mücadele etmeleri için fırsat vermiyoruz, hayatlarını fazla güvenli hale getiriyoruz.
Okuldan dönen çocuklar artık ağaca çıkmıyor, mahallede koşturmuyor
40 yaşın üzerindekiler, büyük ihtimalle çocukken okuldan sonra, hafta sonları, yaz tatillerinde bol bol boş zamanları olduğunu hatırlayacaktır. Yine büyük ihtimalle, şimdi sorsalar, ağaçlara nasıl tırmandığınızı, sokak lambaları yanana kadar bisikletten nasıl inmediğinizi anlatır dururdunuz.
Günümüz çocuklarıysa süt danası gibi yetiştiriliyor. ABD’deki çocukların sadece yüzde 13’ü okula yürüyerek gidiyor. Otobüsle gidenlerin çoğu, durakta yanlarında koruma gibi dikilen ebeveynleriyle birlikte bekliyor. Hatta bir süre önce bir eyalette, çocukların akşam otobüsten inmesini yasaklayan bir yasanın yürürlüğe girmesi gündemdeydi. Buna göre, durakta onları eve götürecek bir yetişkin beklemediği sürece, yedinci sınıfa kadar olan (12-13 yaş) çocukların otobüsten inmesi yasak olacaktı.
Yaz kampına giden çocuklar da artık –tuvalet dahil- nereye giderlerse gitsinler, yanlarına bir arkadaş almak durumundalar. Hatta bazı durumlarda iki arkadaş almaları gerekiyor; biri yaralanacak olursa, bir tanesi onunla beklemek, diğeri de gidip yardım getirmek için. Tuvalete gitmek, artık dağa tırmanmak gibi bir şey...
Okuldan dönen çocuklar artık eve giriyor veya mahallede koşturmuyor, organize ve gözetim altındaki etkinliklere hapsediliyorlar. 8-9 yaşındaki çocuklar için gezme ekipleri kurulmuş, yani ebeveynleri de arabada onlarla birlikte oturuyor. Veya özel ders alıyorlar. Veya müzik dersindeler. Bunların hiç biri yoksa, odalarında internetteler. Ebeveynler çocuklarını sokağa, oynamaya gönderseler bile bu kolay olmuyor. Çoğunlukla, artık oynayacak çocuk da yok.
19 yaşındaki bir genç 65 yaşındakiler kadar hareketsiz
Harvard psikoloğu Steven Pinker’ın 2011 tarihli The Better Angels of Our Nature adlı kitabında yazdığına göre, günümüzde çoğu ülkenin, insanlık tarihindeki herhangi bir zamana kıyasla daha güvenli olmasına karşın, basın sürekli paranoya yaratmaya devam etmekte. Bazı zamanlarda kültürümüz yoktan tehlike var ediyor, gibi görünüyor. Örneğin, bir halk kütüphanesi, yanında bir yetişkin olmayan 12 yaşı altı çocukların kütüphaneye girmesini yasaklamış. Buna neden olarak “çocukların merdivenler, asansörler, kapılar, mobilya, elektrikli donanım veya diğer kütüphane kullanıcıları gibi tehlikelerle karşılaşabilecekleri” öne sürülmüş. Neyse ki, medyanın acımasız alaylarına dayanamayan kütüphane, bu yasağı geri çekmiş. Yine de aynı bölgedeki bir ilkokulda, çocukların bilim fuarına getirmelerine izin verilmeyen maddeler arasında “kimyasallar, topraklı bitkiler, canlı veya ölü organizmalar” yer almış. Öğrencilerin uluslararası testlerde neden bu kadar düşük puanlar aldıklarına şaşırmamak lazım.
Çocuklar, yaparak öğrenir. Kesilmiş bir ağacın kütüğüne takılan çocuk, düşmeyi öğrenir. Şu eski deyişi hatırlayalım: “Çocuğunuzu yola hazırlayın, yolu çocuğa değil.” İşin garip yanı, yürümemek, bisiklete binmemek veya o kütüğün üstünden atlamamakta gerçek sağlık tehlikeleri var. Johns Hopkins’in 2017 yazında yaptığı bir araştırmaya göre tipik bir 19 yaşındaki genç, 65 yaşındakiler kadar hareketsiz.
Bir şeyde en iyi olamama çocukta travma yaratıyor
Ancak araştırmalara göre çocukları riskten uzak tutmak veya korumak, fizikselden de öte sonuçlar doğuruyor. Bir kaç yıl önce yapılan “öğrenciler arasındaki dayanıklılığın azalması” konulu bir konferansta, son beş yılda acil durum danışmanlığı çağrılarının iki kat arttığı ifade edildi. Arayanlar, oda arkadaşıyla tartışmak gibi gündelik sorunlarla baş edemedikleri için yardım istiyorlardı. Bir keresinde iki öğrenci, odalarında bir fare olduğu için telefon etmişti, ayrıca polisi de aramışlardı.
Bir önemli hassasiyet unsuru da ders notları. Bazı öğrenci ve ebeveynler için A değil, B almak dünyanın sonu demek. Çocuklara, yaptıkları her şeyin alkışı hak ettiğini öğreten bir toplumla dalga geçiyor olabiliriz ancak daha rahatsız edici olan, bu ödüllerin, çocuklara belki de tam tersini öğretiyor olması. Yani, o kadar kolay incinebilirler, o kadar hassaslar ki, bir şeyde en iyi olmadıkları acı gerçeğinin altından kalkamıyorlar.
Psikoloji profesörü Peter Gray, “Başarısızlığı deneyimleme ve bunun üstesinden gelebileceklerini fark etme imkanı verilmemiş genç bir jenerasyon yetiştirdik,” diyor. Bu yazının yazarlarından Lenore’un oğlu, bir yaz kampında düzenlenen bowling yarışındaki dokuz takım arasında sekizinci gelende yer alınca, sekizincilik ödülü almış. Burada verilen mesaj açık: “Sondan bir önce gelmenin negatif duygularıyla baş edebileceğini düşünmüyoruz.”
Çocukları mutlu görmek istemek, doğal. Öte yandan, mutluluğa giden gerçek sır, daha fazla tebrik etmek değil, duygusal dayanıklılığı geliştirmek. Fiziksel ve “duygusal güvenlik” saplantımızla çocuklarımızı,bu dayanıklılığı öğrenmek için ihtiyaç duydukları binlerce zorlayıcı –ve bazen üzücü- deneyimden sistematik olarak mahrum bıraktık. Onları korumak isterken insanoğlunun bildiği en iyi dayanıklılık eğitimini, serbest oyunu çocuklarımızdan çaldık.
Oyun oynamak uzun vadede hayatta kalmak için önemli
Bütün memeliler oyun oynar. Bu, tabiat ananın verdiği bir dürtüdür. Hipopotamlar suda ters taklalar atar, köpekler sopalarla oynar, ceylanlar ebelemeceye benzer bir oyun oynayarak etrafta koşturur. Peki bunu neden yaparlar? Değerli kaloriler harcayıp neden kendilerini düşmanlarına açık bir pozisyona sokarlar? Anne ceylanın yanında sessiz sessiz oturup dünyayı TV’deki rengarenk çocuk kanallarını izleyerek keşfetmeleri gerekmez mi?
Nedeni, oyun oynamanın sadece “güvende” olmaya kıyasla, uzun vadede hayatta kalmaları için daha önemli olduğu olsa gerek.
Çocuklar serbest oyun ile neler öğrenir?
İdealde, farklı yaşlardaki çocuklar hep birlikte serbestçe oynarken ne yapacaklarına ve nasıl yapacaklarına kendileri karar verirler. Bu, kelimenin tam anlamıyla ekip çalışmasıdır. Küçük çocuklar, kendilerinden büyük çocuklar gibi olmak isterler ve topu kaçırdıklarında ağlayıp yaygara çıkarmak yerine kendilerine hakim olmak için çaba sarf ederler. Bu, olgunluğun temelidir.
Daha büyük çocuklar, daha genç olanlara topu daha yumuşakça atar. Böylece empatiyi öğrenirler. Ve birisi farklı bir oyun önerecek olursa, değişik şeyler denemenin ve yapmanın ne demek olduğunu keşfederler. Sadece yetişkinlerin değil, kendilerinin de ihtiyaçlarına göre kuralları topluca yeniden yazabileceklerini öğrenirler; bu, katılımcı demokrasidir.
En güzeliyse yetişkin müdahalesi olmadan, ne oynayacaklarından, takımların eşit olmalarını sağlamaya kadar bütün sorunları kendi kendilerine çözmeleri gerekir. Bir tartışma olursa kendileri halletmeleri gerekir. Bu, edinilmesi zor bir beceridir, ancak oynamaya devam etme dürtüsü onları sorunları çözmeye motive eder. Oynamaya devam etmek için önce bir çözüm bulmaları gerekir ve bulurlar. Bu, onlara bir fikre katılmama, tartışma ve belki de biraz söylenmeden sonra devam etmeyi öğretir.
Artık bu beceriler üniversite kampüslerinde oldukça az bulunur oldu. 2013 tarihli Freeto Learn adlı kitabında “Serbest oyun, çocukların arkadaş edinme, korkularının üstesinden gelme, sorunları kendi kendilerine çözme ve genel olarak kendi hayatlarını kontrol etmeyi öğrenme yoludur,” diyor Peter Gray. “Yaptığımız hiç bir şey, aldığımız onca oyuncak veya çocuklarımıza verdiğimiz ‘nitelikli zaman’ veya onlara verdiğimiz özel eğitimlerin hiç biri, ellerinden aldığımız özgürlüğün yerine geçemez. Çocukların serbest oyunda, kendi inisiyatifleriyle öğrendiği şeyler, başka şekillerde öğretilemez.”
Onların güçlü ve mutlu ve dirençli olmalarını istiyorsak yapılandırılmamış, gözetimsiz oyun zamanı, çocuklarımıza geri vermemiz gereken en önemli şeylerden biridir.
Çocuklar artık kendi başlarına artık çok az şey yapıyor
Çocuklar günümüzde kendi kendilerine oynamıyorlar. Evet ama daha da kötüsü, kendi başlarına çok az şey yapıyorlar. Hanna Rosin, The Atlantic dergisindeki makalesinde, 10 yaşına gelen kızlarının hayatı boyunca muhtemelen 10 dakikadan daha uzun süre gözetimsiz kalmadığını fark ettiğini yazıyor.
Önceki jenerasyonlarda bu, garip ve aşırı korumacı bir yetiştirme tarzı olarak görülürdü. ABD’de çocukların birinci sınıftan itibaren okula yürüyerek gitmelerine izin verilirdi. 8 yaşına geldikleri zaman kendi anahtarları olurdu, 10 yaşında gazete dağıtabilirlerdi, 12 yaşında bebek bakabilirlerdi. Ancak kaçırılma korkusu, gözetimli etkinliklerin artması ve ev ödevleri, bu serbestlikleri ortadan kaldırdı. Günümüz ebeveynleri çocuklarının erişmesi gereken bütün akademik kilometre taşlarını biliyorlar ama çocuklarının dünyaya tek başlarına katılacakları zamanı bilmiyorlar.
1979 yılında yayımlanan Your 6-Year-old: Loving and Defiant adlı eserde 6 yaşındaki bir çocuğun yapabilmesi gerekenler arasında çizebilmek, çizdiklerinin içini taşırmadan boyayabilmek, yardımcı tekerlek olmadan iki tekerlekli bisiklet kullanabiliyor olmak, mahallede tek başına dükkana, okula, oyun parkına veya arkadaşının evine gidebiliyor olmak sayılıyor. Bugün, 6 yaşındaki bir çocuğun tek başına bir dükkana gitmesi düşüncesi bile bizi rahatsız ediyor.
Günümüzün dayanıksız çocukları yüzünden helikopter ebeveynleri suçlamak çok kolay, ancak bütün birinci sınıf çocukları okula yürüyerek gitseydi siz de kendi çocuğunuzu araya katabilirdiniz. Öte yandan, yürüyen tek çocuk sizinkiyse, durum zorlaşıyor. Sonuç olarak, bugün geldiğimiz noktaya varıyoruz. Ciddi ölçüde değişen normlar nedeniyle, bir jenerasyon önce fark bile edilmeyen özgürlükler artık tabu, hatta bazı durumlarda yasadışı.
Çocuklarımızın kendi kendilerine bir şeyler yapmasına izin vermeliyiz
Ebeveynler çocuklarının özgürlüklerini kısıtlayınca, gençleri çocukluk eğlencelerinden mahrum bırakmakla kalmıyorlar, aynı zamanda kendileri de çocuklarının ebeveyn rehberliği olmaksızın, akıllı ve cesurca davrandığını görmenin yetişkin keyfinden de mahrum kalıyorlar.
Washington Post’tan bir yazar, günün birinde 8 yaşındaki oğlunun kendisine telefon ettiğini görünce ağzı açık kalmış. Görünüşe göre oğlu, derslerden sonra okulda kalmak yerine eve gitmiş ve annesini evde bulamayınca bir ilki gerçekleştirmeye ve bir kaç sokak ötedeki bir markete yürümeye karar vermiş. Annesi, korkular içinde markete koştuğunda çocuğun mutlu mesut, dükkan sahibine raflara et dizmeye yardım ettiğini görmüş. Çocuk hem bir şeyler atıştırmış hem de ödevlerini bile bitirmiş. Bu, ne çocuğun ne de gururlu annenin hayatları boyunca unutmayacakları bir deneyim olmuş.
Çocuklarımızın kendi kendilerine bir şeyler yapmasına izin vermezsek ne kadar yetkin olduklarını göremeyiz. Ebeveyn olmanın en büyük ödülü bunu görmek değil midir? Yetişkinlerin, aksi yönde hareket etmeleri için kendilerini uyarıp duran topluma rağmen, kontrolü biraz bırakmalarını kolaylaştırmalıyız.
Kültürümüz, çocukları bütün risklerden, engellerden, kırgınlıklardan ve korkulardan koruyup güvende tutarak başarılı yetişkinler olma imkanlarını ellerinden alıyor. Onları duygusal, sosyal ve fiziksel olarak kolay incinebilir görerek toplumumuz aslında onları bu hale getiriyor.
Çocuklar, ebeveynlerinin çocukken kendilerine göre fazla gezme özgürlüğüne sahip olduklarını, okumaya, bir şeyleri kurcalamaya veya keşfetmeye daha çok planlanmamış zamanları olduğunu biliyor. Önceki jenerasyonlara, okul veya sonrasında zorluklarla baş etmede daha fazla güvenildiğini de fark ediyorlar. Umudumuz, günümüz çocuklarının aynı özgürlüğü talep etmeleri ve kendilerine saygı duymaları. Ne de olsa azaltılan, kendi özgürlükleri.
Çocuklar zannettiğimizden daha güvende ve daha akıllı
Onların sadece fiziksel dünyayla değil, fikirler dünyasıyla da etkileşime girme haklarında diretmelerini istiyoruz. Duymalarını, okumalarını ve genel geçer yaklaşıma zıt giden düşüncelerini dile getirebilmelerini istiyoruz. Kendilerinin ve sınıf arkadaşlarının çok rahatça incinebilecekleri ve tartışmaların daha başlamadan durdurulması gerektiği varsayımını bir hakaret olarak görmelerini istiyoruz.
Çocuklarımızı tekrar dışarıda görmek istiyoruz. Çocuklar okuyacaklar, kendilerini özgürce ifade edecekler ve sorunları kendileri için çözecek otoritelere otomatik olarak yönelmek yerine anlaşmazlıkları çözecekler. Yetişkinler geri adım attıkça çocuklarımızın daha çok ileri adım atacağına, riskler karşısında cesaretlerinin artacağına ve özgürlükleri içinde mutlu olacaklarına inanıyoruz.
Günümüz çocukları, bu kültürün zannettiğinden daha güvende ve daha akıllı. Bizim sahip olduğumuz özgürlüğü hak ediyorlar.
YORUMLAR