Kızgınlığımı dile getirmeyi iyi becerdiğim için hayat boyu övündüm durdum.
On iki yaşıma geldiğimde anneme,
Lise yıllarında hocalarıma (ne cesaretse),
Daha sonraki yıllarda eşime, dostuma, patronuma, kime kızıyorsam ona.
Bana yapılan yanlışa tepkimi anında vermekle ünlenmiştim hatta.
Hatırlıyorum da ne mektuplar yazıyordum, ne ağır mektuplar.
Şimdi okusam utancımdan ölürüm herhalde.
Üzerine bir gün yatsam asla ağzıma almayacağım laflar o mektuplarda yerlerini alıyordu.
Karşımdakilerde şok etkisi yaratıyordu bu laflar haliyle.
Bugüne kadar bunlara maruz kalanların benden özür dilediği de görülmedi.
Kimileri nefretle doldu.
Ya da uzun süreli küslüklere neden oldu.
Bugünlere geldiğimizde bende bir şeyler değişti.
Yaşın getirdiği olgunluk mu?
Kendimle daha barışık günler yaşıyor olmam mı?
Yorgunluk mu?
Ne?
Bilmiyorum.
Farklı davranmaya başladım.
Bir yanlış yaşandığında derin nefesler alıp durmayı öğrendim.
Bir gün, iki gün, hatta bir hafta.
Bir zaman sonra neye üzüldüğümü kibarca dile getiriyorum, o kadar.
Bazen de hiç getirmiyorum.
Ne oldu derseniz?
İnsanlar özür üzerine özür dilemeye başladılar.
Ben affeder bir hava takındıkça bu perişanlıkları bin kat artar oldu.
“Bu kadar da üzülecek bir şey yok” dedikçe daha da vahim bir hale geldiler.
Ah salak kafam, tek yapmam gereken sakin olup susmakken yıllarca çıldırıp durmuş bir sonuç da alamamıştım.
Seneca’nın dediği gibi gerçekten de “Affetmek en mükemmel intikam”mış.
şu yaşıma kadar ,bûyüğe de,küçüğe de büyüklük göstermek,kusura bakmamak hep bana düştü.hani yasemincim bana hep dersin ya "senin duruşun güzel" diye,hakikaten öylece duruyorum!!! benim karşımda herkes haklı maşallah...ama çok özür dileyen de oldu senin dediğin gibi...ay ağlama duvarı gibi oldun,kusura bakma,ne denir ki yine mükemmel bir yazı,ama haftada bir çok az,daha sık yaz.gulsen