Leo ve Lea ile Tel Aviv
Okuldan bir mesaj geldi; perşembe ve cuma , sekinci sınıfların olacağı sınavdan dolayı, okullar tatil olacakmış, sebebini ve detaylarını açıkçası o gün okumadım. Konfirme etmek için okulu arayıp "Gerçekten tatil mi yoksa bizi kandırıyor musunuz?" der gibi onay istedim. Okulların tatil olması, benim için hayatın çocuklara adanması için müthiş bir bahane. Öyle ki, o hafta hangi gebeme çocuklarımın okulu tatil, onları iki günlüğüne İstanbul'dan kaçıracağım, sakın doğurmayın hemen geleceğim" dediysem, beni sevgiyle uğurladılar… Havalar tam soğumuşken, en az on derece fazla olan bir şehre gitme fikri harika geldi. Önden hızlıca gidilecek yerler, kalıncak otel, kiralanacak araba gibi detayları halledip, vizeleri çıkartmayı başardım. İsrail'de her yerde Hanuka (ışık bayramı ) kutlamaları vardı, çocukların o şöleni görmelerini de çok istiyordum. Kalacağımız noktayı, hem kuzenlere hem kutlama yapan halka hem de turistik gezilerimize göre seçtim. Artık yolculuklarda neyin nasıl olduğunu, bensiz de halleden büyümüş de küçülmüş yavrularım, otele yerleştiğimizde hemen keşfe çıkmak istediler. Valizi olduğu gibi bırakıp, otelin biraz ilerisindeki limana gittik. Scooter'la gezmek için biçilmiş kaftan olan sokaklar, içinden geçerken, grup halinde yoga yapan insanların olduğu park, bizi bayağı oyaladı. Leo ve Lea, nerden geldiğimizi ve nereye gittiğimizi unutmuş halde minderlerde jimnastik hareketleri yaptılar. Limana vardığımızda saat akşam yemeği vaktini gösteriyordu. Küçüklüğümde yaklaşık bir yıl Tel Aviv'de yaşamışlığım var. Dünyadaki bir çok yer gibi, orası da çok değişti ve gelişti. Ancak en dikkat çekici özelliği, gelişirken çocuklar için ne kadar büyük alan ayırdıkları ve onların zevklerini, oyunlarını ne kadar çok ön planda tuttukları oldu. Trafik ışıklarında bile, çocukların basması için konulan alçak düğmeler yapmışlar. Sanki onların dünyasında , yetişkinler vakit geçirebilsin diye restoran ve dükkânlar koymuşlar… Ertesi sabah hayvanat bahçesine gitmek üzere hazırlandık. Rahat rahat gezebilmek için araba kiralayıp yanında GPS aldık. Birileri hayvanat bahçesini tavsiye ederken başka birileri safari yapın dedi. Nasıl bir safari ve ne tür bir hayvanat bahçesiyle karşılaşacağımızı anlamadan yola çıktık. Gerçekten de , şehrin ortasında sayılabilecek kocaman bir alanda, hayvanların serbestçe dolaşıp beslendikleri, yaşam alanlarına arabayla girebildiğimiz bir safari bölgesine geldik. Çocuklar nedense çok doğal karşıladılar ama ben heyecandan oturduğum yerde zıplamaya, pencereyi açıp hayvanları çekmek için kapıya oturmaya kalktım. Zebra, aslan, pelikan gibi sadece kitaplarda gördüğüm hayvanlar, yanımıza gelip camımıza tıklıyordu. Onlara verecek yiyeceğim olmadığı için şikâyet edip durdum. Elimde olsa arabayı Leo'ya verip dışarıyı ben seyretmek, sadece fotoğraf çekip susmak istiyordum. Uzunca olan safari sürüşümüzden sonra yol bizi bir park alanına getirdi. Burda park edip hayvanat bahçesini gezebilecektik. Safari o kadar hoşuma gitmişti ki, kafeste hayvan tutmaya karşı olan görüşüm pekişmiş, kafeste bir dolu hayvanı seyretmek, insan dışı bir durum gibi gelmeye başlamıştı. Hayvanat bahçesinde her köşeyi dönünce çocuklar için bir faaliyet alanı kurulmuştu. Yüz boyama, balon şişirme, trambolinde zıplama derken, bütün günümüz orada geçti. Havanın 20 derece olmasının çok avantajı vardı, üstümüze bir hırka geçirip akşam direk kuzenlerimin yanına gittik. Dayım buradan oraya göç etmiş, orada evlenip aile kurmuşlar. Üç çocuktan toplam yedi tane torunları var. Evde sehpa yok, kalkmış. Salonun ortasında bir beşik, oyun parkı; hamur, boya, sticker ve her yaş çocuğa uygun bir dolu kitaplar. Eve girdiğimizden çıkana kadar Leo ve Lea, kuzen çocuklarıyla konuşmadan anlaşıp, nefes almadan oyun oynadılar. Bir ara hepsi (yaklaşık 6 çocuk ) bir adet BABA ile evin altındaki parka gitti. Bizim için yatma saatiydi ama park cıvıl cıvıldı. O gece, kısa bir süre için geldiğimize kesinlikle değdiğini düşünerek huzurla uyudum. Bütün yorgunluğuma rağmen , bir sonraki günü hem hayal ediyor hem merak ediyordum. Çocuk Müzesi için, önceden girip internetten bilet aldık. Sınırlı sayıda çocuğu saatli bir şekilde aldıkları için, müze fırsatını risk etmek istemedim. Holon diye bir semtte olan müzeye giderken, kat kat parklara, sayamadığım futbol ve basket sahalarına takılmamak için ciddi bir çaba harcadık. Sonradan kuzenlerimin anlattığına göre Holon genç ve yeni bir semt, burda hep çocuklu aileler oturuyor. Çocukların nüfusu yetişkinlerin nerdeyse iki katı olan Holon'daki Çocuk Müzesi, Hanuka tatili olduğu için İngilizce turunu bir sonraki haftaya ertelemiş…Leo ve Lea ne kaçırdıklarını bilmedikleri için, hemen kendilerini sahalara attılar. Leo bir grup çocukla futbol oynadı, Lea kendini bir parktan ötekine atıp durdu. En ilginç olan, parklardan birinin konseptinin masal konsepti olmasıydı. Saatte bir, birisi gelip bir masal kitabını alıp, çocuklara masal kitapları okuyor, birlikte kitaptan konuşuyorlardı. Bu çocukların yaşları 5 ile 10 arasında değişiyordu. Çok ilham vericiydi…Bebek parkında böyle bir sahneyi hayal edebiliyordum… Bir bankta oturup, aklımdan başka hiçbir şey yapmasak ta olur düşüncesi geçti… Çocuklarla yaşamın kolaylaşması için dış etkenler bazen nasıl da etkili oluyordu. Öbür sabah yolculuğumuz vardı. Ciddi bir geçişi temsil eden bu yolculuk, mantara olan alerjimin ortay çıkmasıyla, benim adıma bir kabus oldu. İki çocukla tek başıma yolculuğa çıkmadan, hep dışardan "Ya deprem olursa, ya hasta olursan, ya öyle ya böyle…" sesleri gelir. Hiçbirine kulak asmam, üstüme almam. Bu sefer her ne gelirse gelsin, evime dönebilirim tezimi ispatlamak adına, yorucu yıkıcı bir yolculuk geçirdim. En büyük motivasyonum, dış hatların hava alanına açılan kapısı ve zafer işaretiyle kendimi orada bekleyenlerin üstüne atmam oldu. Tel Aviv Havaalanı'nda güvenlik görevlilerinin beni doktora gösterip karantinaya almak istemelerinden, ancak "Hamileyim" diyerek sıyrılabildim. Türk Hava Yolları hostesini görünce, kendimi koltuğa atıp, uçak inene kadar uyudum. Hasta bir şekilde uçağa binme fikrinin, hiçbir şeye deymeyeceğini öğrenmenin zor bir yoluydu...
YORUMLAR