St. Remy hatırası
Bir seyahate gideceğim fikrine alışmak, ısınmak, araştırma yapıp o bölgeyle uzaktan bağ kurmaya başlamak ne kadar vakit alıyorsa, o seyahatten kopmak da o kadar vakit alıyor. Kendimce bu duruma alıştım, kabullendim. Jet lag gibi bir şey olarak alıyorum; bedenimle algımın ciddi bir senkronizasyon süresi var…
St. Remy'ye gitme kararı, heyecanı, yolculuk, oradaki yaşam, evdeki ortam derken dolu dolu bir haftamız geçti.
Yapılacaklar listesinin en başına, meydandaki kafeye oturup , yoldan geçenleri ve karşısına kurulan pazarı seyretmeyi koymalısınız. Hiçbir şey yapmadan, güneşin sırtınızı ısıtıp gölgenin ellerinizi üşütmesine izin vererek, oranın ruhunu kavramalısınız.
Bir şehir olmasına rağmen, yavaş çekime alınmış tebessümlerin, düşünme süresi uzatılmış duruşların olduğu St. Remy meydanında, Çarşamba günleri canlı müzik var. İlerde bir tür Zaz olacağına herkesin inandığı kadın, sattığı CD'leri tek tek imzalıyordu.
Sabahları elinde baget ve kruvasanlarla bize kahvaltı hazırlamaya gelen Emilie, bizi her sabah yürüyüşe gitmeye teşvik ediyordu. Çocukları bir araya toplayıp bIrakabildiğimiz an, mis gibi havanın, lavanta bahçelerinin içinden geçip etraftaki yürüyüş yollarını keşfe koyuluyorduk. İlk günler böyleydi, son iki üç gün, rutine karşı olanlar kendilerini göstermeye başladılar, fire verdik…
Les Baux de Provence , St. Remy'den onbeş yirmi dakika uzaklıkta, küçük bir köy. Orta çağdan kalma bir kalenin çevrelediği köyde toplam 22 kişi yaşıyormuş.Araba girmeyen sokaklarda çocuklarla bol bol gezebildik. Dükkânlarda ağırlıklı olarak, Provence'ın kimliğini taşıyan lavantalı ürünler ve kedili objeler var. Ama kale kültürünün bir parçası olan kılıçlar, zırhlar, turistlerin çok ilgisini çekiyordu.
Bizim orada olduğumuz tarihlerde, 10 derece soğukluktaki bir kalenin içinde, Van Gogh'un resimlerini sergiledikleri bir müze vardı. Taşlara yansıtılan eserlerin içinde yürüyüp klasik müzikle bütünleşen kaleden özellikle çocuklar çok etkilendi!..
Bir gün sabahtan Avignon'a gittik. Orta Çağ'da Papaların yaşadığı şehir küçük ama gezmekle bitiremediğimiz bir bölge oldu. Papaları anlamaya, odalarına bakarak çocuklara hikâyeler anlatmaya başladık. Yetişkinler olarak çok keyif alıp etkilendik ama çocuklar çok yorulup, girilmesi yasak çimli bölgelerde yatmaya başlayınca, soluğu şehrin ortasına kurulmuş koskocaman atlı karıncada aldık. Çocuklar döndükçe biz yemeği uzattık…
Aix en Provence, bir buçuk saat uzaklıkta koca bir şehir. Oraya gitmeden, puset yaşını geçmiş, ama "olsa da fena olmaz" diye düşündüğümüz iki çocuğa , Emilie'nin yardımıyla, puset "kiraladık". Dükkânlar, markalar, her türlü yemeğin olduğu bir yer Aix en Provence. St. Remy'de yaşayan insanlar, çok dinlendiklerinde buraya gidiyorlarmış. Şehirde minik ulaşım araçları yapmışlar. İçine en fazla altı kişinin girebildiği , motorlu bisiklet kıvamındaki taşıtları üç tane hatta bölmüşler. Biz çocuklarla A, B ve C hattını kullandık. Böylece kendimizi yere yakın bir şekilde dolaşmış saydık. Şehir hoş, güzel ama biz de "Çok var" diyerek, bir meydana oturduk.
L'isle sur la sorgue, çocuksuz gidilen, bana anlattıklarına göre kanalları ve minik sokakları olan, antika ev dekorasyonuyla ilgilenenler için çok keyifli, fotoğraf malzemesi bol bir bölgeymiş.
Yetişkinler oraya gidince, çocukları alıp Skate Park'a götürdüm. Bütün günümüzü kayarak, atıştırarak , su içerek ve tırmanarak geçirdik. Etrafı çitle kaplı, tek giriş ve çıkış kapısı olan Skate Park, bu tatilde benim ve çocukların favori mekanı oldu.
Akşam yemekleri için iki restoranı çok tavsiye ediyorum: Mas de L'amerine, pazarları brunch'ıyla ünlü, heykellerle dekore edilmiş muhteşem bir otel. Restoranı, bir ülkede kaldığım sırada iki kere gittiğim tek restoran!.. Gitmeden rezervasyon yapıp o gün çıkan ne varsa yemenizi tavsiye ediyorum…
Chez Bru ise, Maison Bru otelinin ödüllü restoranı. Atmosferi, sunumu ve lezzeti açısından çok başarılı. Çocuklarla geçirilen uzun bir günün sonunda , onları yatırıp çıkmam için çok ısrar etmelerine değmiş, nadir bir mekan.
Heyecanla tasarlanmış, bize uyarlanmış bu seyahatimizle ilgili yazacak anlatacak hikâyelerimin biteceğini sanmıyorum… Çocuklar olmadan hayatın artık ciddi ciddi sıkıcı olduğuna inandığım bu dönemde St. Remy beni içine aldı…
Umarım bir gün yolunuz St. Remy'den geçer...
YORUMLAR