Gel...
'Gel' demenin sayısız, sonsuz yolu var.
Ki susmak onların belki de birincisi.
O'nun nasıl sustuğuna bir baksana...
İnsan düşünce ürettiğini sanır ama aslında düşünce de geri kalan her şey gibi yoktan üretilebilen bir şey değil.
İnsan çoğunlukla düşünmez, kimi fikirlere zaman içinde iknâ olur, alışır.
Ve giderek onları kendisinin ürettiğine inanmaya da başlar. Büyük kısmı zandır.
Özgün bir fikir üretmek çoğu zaman akılla düşünmenin değil, simyanın işidir bile denebilir.
Evreni oluşturan maddeler 4 ayrı kuvvet tarafından kontrol ediliyor.
Çekim kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü ve zayıf nükleer kuvvet. Artık fizikçiler bilgisayarlar yardımı ile bu kuvvetlerin davranışlarını yeniden yapılandırıp çeşitli deneyler yapabiliyor.
Ulaştıkları bilgilerden en çarpıcı olanlarından biri şu; Eğer bu kuvvetlerden birinin değeri bile çok az, azıcık bile farklı olsaydı, büyük patlamadan itibaren bambaşka bir evren oluşacaktı.
Örneğin büyük patlamada açığa çıkan hidrojen değil helyum olacak, karbon ya da su evrende hiç var olmayacak, dolayısıyla fotosentez yani yaşam ve türevleri diye bir şey de olmayacaktı. Dolayısıyla biz de.
Özetle evren yaratımı itibariyle çok ince ayar ve keskin bir varoluş...
Adına 'zaman' dediğimiz kavram aslında var olmadığını bildiğimiz halde peşinden koştuğumuz kendi geleceğimiz. Bilmediğimiz kadar gün kaldı ve biz yine de telaşla onları tüketmekteyiz.
Benzer 'bilimsel' hesaplamalara göre aslında dünyamızın her şey yolunda giderse bir kaç milyon yıl daha ömrü var.
Tüm bunları bilen insan, ısrarla birbirini yok etme, savaşlar ve hırs ile kendi yuvasını dağıtmanın peşinde.
Ne diyelim?
Akıl diye bir şey varsa, biraz da kalbi dinlese iyi eder.
Zira belki düşünmek değil ama susmak ve dinlemek yalnızca kalbin becerebildiği bir şey.
YORUMLAR