Sandviç dükkânında öfke nöbeti...
Tayland' a varalı 2 hafta oldu. Irmak 3,5 yaşın tüm enerjisi ile Chiang Mai'in pazar alanında koştururken bir yandan onu gözden kaybetmemeye çalışıp, bir yandan da etraftaki renk cümbüşünün güzelliğini içime çekmeye devam ediyorum. Yorgunlukla savaşacak hiç bir hali kalmadığında Irmak bacaklarıma yapışıp sırtımdaki bebek askısına tırmanıyor. Biliyorum ki 2 dakikanın sonunda sırtımda uykuya dalacak ve ben etrafın sesleri ve her köşe başında yeni bir şey sunan sokak satıcıları arasında yolculuğuma devam edeceğim.
Seyahat etmeyi seviyorum. Sabahın köründe uyanarak sırtıma Irmağı atıp deli gibi koşuşturmama henüz bir anlam veremesem de hala aynı şeyi yapmaya devam ediyorum. Öğlenin tüm sıcaklığı etrafı yakarken önümde ilerleyen Irmağın çıplak ayakları ile yürümesinin ne kadar doğru olduğunu sorgularken buluyorum kendimi.
Ama o kadar yorgun ki... Ayağına ayakkabı giymesini söylemenin bir işe yaramayacağını içten içe biliyorum. Ve susuyorum.
Sokakta yediğimiz "noodle" adlı makarnalardan başka bir şey ile beslenmenin sırası geldi diye düşünürken, Amerikan tarzı bir sandviç dükkânı çıkıyor karşımıza. Irmak istediği tavuk ve ekmek kombinasyonunu tarif ederken, ben de tezgâhtar kadına tercüme ediyorum söylediklerini. Sandviç hazır.
Ancak kadının her zaman yaptığı her halinden anlaşılan otomatik hareketiyle sandviçi ortadan kesmesi, Irmağın kendini hemen oracıkta yere atmasıyla sonuçlanıyor. Ve işte o an sanki günlerin yorgunluğu ve koşuşturması Irmak'tan kocaman bir öfke nöbeti ile dışarı fırlıyor.
-Ortadan kesmeeeeeeeeeeee. Hüüüüüüüüüüüüüüüüüü. Anne söyle ona yapıştırsın.
-Nasıl yapıştırsın Irmak?
-Uhuyla yapıştırsınnnnnnnnnnn. Hüüüüüüüüüüüüüüüüüüü.
Etraftaki bir sürü göz anlamadıkları bir lisanda konuşan bu anne ve çocuğa acıyan gözlerle bakarken Irmak kendini dükkânda yerden yere atarak nefesinin son damlasına kadar bağırmaya devam ediyor.
Gözümün önünden son 2 haftadır yaşadıklarımız bir film şeridi gibi geçiyor. Sabahın köründe onu uykusundan uyandırıp sırtıma alma hallerim. Otobüsten otobüse koşuşturmalarımız. Ve tüm bunlara ayak uydurmaya çalışan küçük kızımın şu anki yerde sürünen halleri. Bir sandviçin uhu ile yapıştırılmayacağını bilen yerden, onu bunu isteme anlamsızlığına götüren şeyin günlerin yorgunluğu olduğunu sonuna kadar bilmem bile, o an empati gösterme yeteneğime kesinlikle yardımcı olmuyor.
Çünkü ben de yorgunum. Üstelik günlerdir onu bu anlamsız koşuşturmaya sokmamdaki anlamsızlığı görerek suçluluk duygusunda kaybolmaktan kendimi alamıyorum.
Herkesin bakışları ve kimilerinin gelip yardım etme hareketleri içinde kendimi çırılçıplak hissediyorum. Tek istediğim Irmağın susması ve ağzımdan çıkan "uhu ile yapışmaz" gibi anlamsız cümlelerin onda bir anlam bulması.
Bir parçam tüm bunların ne kadar işe yaramayacağını bilse de bir diğer parçamın hala orda aynı şeyleri yapar olmasına inanamıyorum.
Irmağın ihtiyacı olan şeyin onun boyuna inip sakince yanında durmam olduğunu biliyorum. O çığlıkların arasında yanında ona empati ile bakan annesinin varlığının onu sakinleştireceğini biliyorum. Günlerdir yaşadığı pek çok şey için bu sandviçin sadece bir araç olduğunu biliyorum. Sağ beynin kendini sakinleştirme kapasitesinin artık taştığını ve benim ebeveyni olarak yapacağım tek şeyin orada onu anlar halde durmak olduğunu da biliyorum.
O yüzlerce bakış ve etrafta toplaşan insanların arasında, ne bunları yapacak gücüm, ne de Irmağı anlayacak empatim var. Sadece gittikçe artan bir öfke duygusu yükseliyor içimden. Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Ve herkesin şaşkın bakışları arasında Irmağı orada bırakıp dükkânın kapısından çıkıyorum. Kendi gücümü, kendime ait empatiyi bulmak için gerekli olan hareketi yapabildiğim için garip bir sevinç duyuyorum içimde. Derin nefesler alıyorum. Elimi göğsüme koyup kendime bunu yapabileceğimi söylüyorum. İçeri döndüğümde Irmağın öfke nöbetinin tüm şiddeti ile devam ettiğini görüyorum. Etraftaki insanlara çekilmelerini rica ediyorum. Kendime olan güvenli halim onları uzaklaştırmaya yeterli oluyor. Sonra Irmağa şefkatli bir duyguyla bakarak beklemeye başlıyorum. 2-3 dakika sonra nöbetin şiddeti azalmaya başlıyor.
Ve benle göz kontağı kuruyor. İşte o an ona "senin için zor olduğunu görüyorum ve ben yanındayım" diyorum. Ağlayarak bana doğru hareket ediyor. Önce dizlerime yatıyor ve sonra sarılıyor.
Susuyorum. Sadece ağlamasına izin veriyorum. Ve bittiğinde beraberce sandviçi tezgahtan alıp sokağa doğru yöneliyoruz.
5 dakika sonra bambaşka bir çocuk var karşımda. Elinde sandviçi etrafa (*)Sawatdi diyerek yürüyen küçük kızıma bakarken düşünüyorum. Son günlerin aceleciliği içinde sadece onu değil kendimi de terk ettiğimi düşünüyorum. Neden yavaşlamak bu kadar zor. Sadece işlerin güçlerin koşturması değil, tatilin keyfi içersinde bile bir türlü duramayan parçamın ihtiyacını düşünüyorum. Önümüzdeki günlerde daha geç kalkıp hiç bir şey yapmadan otelin lobisinin etrafında Irmakla zaman geçiren bir ben hayal ediyorum.
Sevgiyle Kalın.
(*) Tay dilinde Merhaba
YORUMLAR