Masterchef…
Bu aralar yarışma programlarına takılıyorum. Hem eğleniyor hem de insan doğası hakkında pek çok şey fark ediyorum.
Sadece doğaları mı?
Değil tabi ki…
Hayata bakış açıları, korkuları, gölge yanları, zayıf ve güçlü tarafları. Daha pek çok şeyi gözlemleme şansım oluyor. Bakın, bir kaç yarışmayı izleyin. İnsanların gerçek benlikleri nasıl ortaya çıkıyor.
Hani nasıl çıkarlar çatıştığında dostluklar, arkadaşlıklar sınanıyorsa bu yarışmalarda da durum bu. Çatışma içte başlıyor ve insanların dönüşümüne tanık oluyorsunuz.
Aslında “Dönüşüm” demek doğru değil. Maskeler düşüyor. Kimi ise özü neyse, aslı neyse öyle devam ediyor. İzlediğim yarışmalardan biri de Amerika’da yayınlanan “MasterChef” programı. Tesadüfen keşfettim. Daha ilk dakikadan beni kendine bağladı.
Tabi bunda yemek yapmayı sevmemin etkisi de oldukça fazla. Yarışmaya katılanlardan iki favorim oldu.
Biri öğrenci bir genç, diğeri eşinden ayrılmış bekar bir anne. İkisi de başarılı, ikisi de yaratıcıydı.
Sevmemin bir başka sebebi ise kendileri için yarışıyor olmalarıydı. Kendileri için hep daha iyisini, bir üst adımı hedefliyor olmaları.
Bir de, çok açık bir şekilde, kendi hataları ile yüzleşiyorlardı.
Finale, bu iki favorim de kaldı. Hangisi kazanırsa kazansın çok sevinecektim.
Final öncesi kendileriyle yapılan sohbette biri öyle bir söz söyledi ki o anda birincinin kim olduğunu anladım. Kendimi övmek adına değil ama ruhun şifrelerini, Yaratan’ın dilini anladığım için bu kadar emindim. Belki daha önce o dersleri ben verdiğim için olabilir.
Genç öğrencimiz, kendisine sorulan “Neden bu yarışmayı kazanmalısın?” sorusuna:
- “Başka şansım yok. Buna ihtiyacım var.” dedi.
- “Eyvah!” dedim. “Bizim büyük baba şimdi yapacağını yapar.” Kızımla aramızda bir espridir
Tanrı’ya “Büyükbaba” deriz.
Bekâr anne ise soruya bakın nasıl cevap verdi:
- ”Bunu kazanmak istiyorum, çünkü kendimi kanıtladım. Yeteneğimi, neler yapabileceğimi gördüm. Bunu hak ettim. Bu bana daha çok güven, daha çok saygınlık verecek.”
-
Ve bekar anne, o sezonun “MasterChef”i olmaya hak kazandı.
Ne kadar yetenekli olursak olalım, içimizdeki duyguların, niyetlerin, sonucu etkilediğinin güzel bir örneği bu.
Çünkü Yaratan, hiç bir zaman kendinizi muhtaç, güçsüz hissetmenizi istemez ve buna izin vermez.
Mecburiyet, zorunluluk, kaygı, vs. gibi duygularla yapılan her seçim, hüsran ile sonuçlanır. Hayatınıza bir bakın. En az iki deneyim vardır böyle sonuçlanan.
Çünkü Yaratan, senin potansiyelini, neler yapabileceğini bilir. Yaşadığın hiç bir şey ceza, eksiklik, eziklik değil, neler yapabileceğinin, başarabileceğinin işaretidir.
Böyle anlarda sadece madalyonun diğer tarafına bakmak lazım, hepsi bu.
Çünkü Yaratan, sen ağladığında, aslında bunun egonun gözyaşları olduğunu bilir. Özünün gülümsemelerini görebilmen için, sana ajitasyon yaparak istediğin şeyleri vermez.
Yani “Ağlamayan çocuğa süt verilmez” sözü, ruhsal konularda geçerli değil.
Çünkü Yaratan, senin biricik hayat amacın olan mutluluğu hak ettiğini düşünür.
O yüzden, mutlulukla yaptığın tüm seçimlerde yanında olur.
Çünkü Yaratan, “O’na ve kendine güveniyor musun?” bilmek ister.
Aramızda kalsın, “Keşkeler, pişmanlıklar, nedenler” sevmediği bakış açılarıdır.
Eğer onun dilini çözmek isterseniz “Nasıl?” sorusunu sorun. İnanılmaz güzel cevaplar geliyor. Aman bir de şuna dikkat edin; bize öğretildiği gibi mutluluklar için bedel ödemek zorunda değiliz. Size ait olmayan bu tarz inançları silin zihninizden.
Yoksa başka türlü hayatımızın mutfağında “MasterChef” olma imkânımız yok değil mi?
Eğer bizden öncekilerle aynı haltı yemek, pardon aynı yemekleri yiyip durmak istemiyorsak…
Sevgi ve Işık’la…
YORUMLAR