Herkes kendi yaptığıyla rehin tutulur...
Sevgili can dostları,
Arayı açtım ve sizi merakta bıraktım biliyorum. Ben de bir değişim döneminden geçiyorum. İçime yolculuk yaparken durup bir soluk aldığım zamandayım. Neler olmuş, neler bitmiş hayatımda. Olanlar istediklerim mi yoksa yol şaşmış mı?
Bir tür muhasebe zamanı diyebiliriz, bir tür de baltayı bileme zamanı.
Endişeye gerek yok. İnanılmaz verimli geçtiğini, silkelenip kendime geldiğimi söylemeliyim. Baltayı bilemeye, kendi içime yaptığım yolculuğa önümüzdeki günlerde de devam edeceğim.
Siz bu satırları okurken ben Allah’ın izniyle Nevşehir’de olacağım. Bildiğim, varlığını hissettiğim yaratanımı biraz daha yakından tanımak için. Son zamanlarda fark ettim ki tüm arayışlarımız nafile. Tüm mutluluk oyunlarımız da.
Hep elmanın yarısını aramakla geçiriyoruz zamanımız. Kimimiz ilişkide kimimiz işte kimimiz başka bir şeyde bulduğunu sanıyor. Bir anlık mutluluk “Tamam bu!” “İşte bu!” sevincimiz ardından yeniden “bu da değilmiş,” deyip arayışa girmemiz. O boşluk o arayış içimizdeki nefesin gerçek sahibini bulmadan tamamlanmıyor. O boşluk yaratanı bilmeden dolmuyor.
Yaratanı ne kadar bilirsek, bizden ne istediğini bilirsek kendimizi tanımamız ve bilmemiz de kolaylaşıyor.
O bilme noktasında bizim rüyamızla yaratanın rüyasının aslında aynı olduğunu anlıyoruz. O zaman istek, dilekler ve hayallerimiz hamd hali içinde gerçekleşiyor. Olmayan için de ne dert ne kaygı. Arayışlar, kaoslar, kendini eksik hissetmeler, bir yere ait olmak için susmalar bitiyor.
Güvende olmak için olmadığımız bir kişi gibi yaşamak bitiyor.
Kimse bize şimdiye kadar bütün bir elma olduğumuzu söylemedi değil mi?
Bilmemiz gerekenin o elmayı “yaratan olduğunu”. Keşfetmemiz gerekenin o elma ağacının varlığını gerçekleştirdiği toprak, hava su olduğunu.
Bütün bir elma olmak. Elmanın bulunduğu ağacı, dalları, dallarına konan kuşları, onu besleyen toprağı, yağmuru bazen silkeleyip kendine getiren rüzgârı unutmadan hepsi ile bir bütün olmak.
Ağaçtaki diğer elmaları da hatırlayıp yalnızlık serenomisini sonlandırmak.
İnsan yalnız olabilir ama tek başına değildir.
Aman Allah’ım haftalarca yazmayınca satırlar özlemle döküldü. Af ola!
Atalar düzlemi bizi ne kadar etkiler? Yıllar önce bir eğitime katılmıştım. Amacım senaryolarımda karakterlerimi yazarken derinlik katabilmekti. Yaklaşık üç yıl sürecek olan bu eğitimden bu anlamda faydalandığımı söyleyebilirim. Ama daha fazlası olmadı.
Orada gözlemim, yapılanların çok doğru olmadığıydı. Bir şeyler eksikti. Kolayca her ne kadar seçme yapıldığı söylense de zaten herkesin bir şekilde alındığı bu eğitimde insanların kendi egoları, gölge yanlarının işin içine karışması beni rahatsız etmişti.
İkinci yılın sonunda tüm gözlemlerimi açıklıkla ifade edip gruptan ayrıldım.
Eğitmenimiz de bu konularda bana hak verdiğini ve ciddi değişiklikler yapacağını ve kalmamı söyledi. Ama benim için o süreç artık bitmişti. Umarım yapmıştır. Söyledikleri beni sevindirmişti.
Çünkü ciddi anlamda insanların ruhsal gelişimine ve tekâmül yoluna bir müdahale vardı.
Benim içime sinmeyen bir şeyde atalar düzleminin üç dört kuşak öncesine kadar bizi etkiliyor olmasıydı. Yani üç kuşak önce bir atamız bir şey yapıyor ve bedelini biz ödüyoruz. İşte bu noktada aklım ve ruhum bunun doğruluğunu kabul etmiyordu. Çalışmayı yapanların hayatlarından ciddi anlamda değişiklik olmamasının sebebi de olabilir. İtiraf etmeliyim başlarda ben de kapılıp gitmiştim.
Her kaynak benzer ya da farklı şeyler söylese de cevapları yaratandan istemeye karar verdim. Çünkü hayatımızda olan bir şeyleri geçmiş yaşamlara atalara bağlarsak yine kurban rolüne girmiyor muyduk? Bir bahanenin arkasına saklanmıyor muyduk?
Oysa Kuran-ı Kerim’de isra suresi “Biz insanın kaderini kendi çabasına bağladık,” demiyor muydu?
O zaman ortada büyük bir çelişki vardı. Ayrıca Kur’anı Kerim iki şey üzerinde sıkça duruyordu. Bunlardan biri dosdoğru yol diğeri cüzi irade. O halde güç bizdeyken nasıl oluyordu da biz başkasının sevap ya da günahlarından etkilenebiliyorduk?
Rabbime onun yolunda hayır ve güzellikle hizmet etmek istediğimi ama ondan da önce onu gerçekten daha yakından tanımak istediğimi söyledim. Kendimi tanımamın yolu buradan geçiyordu.
Kulaktan dolma laflarla değil. Kendi aklım, düşüncelerim ile. Hepimiz okumalı ve onu tanımalıyız. Çoğumuz inanç ve iman söz konusu olunca emin olun laf ebeliği yapıyoruz. Tabii hepimiz inanıyoruz. Ama hepimiz gerçekten iman ediyor muyuz? Uyguluyor muyuz? Düşünüp tartıyor muyuz? Bu soruları kendimize sorabiliriz.
Bu dua sonrası hayatımdaki işaretleri takip ederek Kuran-ı kerimin tefsirini okumaya başladım. Mealini okumuştum ancak tefsirini okumamıştım.
Tertemiz, pırıl pırıl bir okyanusta yorulmadan yüzmek gibi bir şey tefsir okumak. Akıcı, anlaşılır, uygulanabilir. Seçimi iyi yapın. Bazı tefsirler anlaşılmamak üzere yazılmış sanki.
Unutmayın Kur’anı kerim ve İnsan ( iman eden, mümin olan insan için ) ikiz kardeş gibidir. Biri ruh, biri bedendir. Kalbinizin kabul etmediğini, aklınızın süzgeçten geçirip değerlendirmediğinizi kuzu kuzu kabul edip almayın.
Tefsiri elimden düşürmeden okumaya başladım. Bazen bir cümle, bir paragraf üzerinde günlerce düşündüğüm oldu. Bazen “Aman Allah’ım ne kadar yanlış yapmışım!” deyip kendimden utandığım zamanlar oldu.
Bazen de bilmeden güzel şeyler yaptığımı görüp kendimle gurur duyduğum anlarda oldu.
İşin açıkçası okurken hazırdım. Gölge yanlarımdan ve yanlışlarımdan arınmaya. Kendim için yapmam gereken neyse yapmaya, bir şeyleri bırakmam gerekirse bırakmaya da hazırdım. Mahcup olduğum anlarda da okumaya devam ettim. Kul olmak kolay değil tabii salih kul olmak hiç kolay değil. Sütten çıkmış ak kaşık olmadığıma göre! Kimi okuduğundan zalimlik kimi okuduğundan güzellik çıkarır, alır. Kimine fayda sağlar okuduğu kimine zarar. Anlayacağınız ruhun kalitesi ve niyeti yine iş başında olur.
Tefsirde Bakara suresine geldiğimde kafama takılan bir şey daha cevap buldu.
Atalar düzlemi. Bakara’da diyordu ki “ Onların kazandıkları onlara aittir. Siz onların yaptıkları amellerden sorumlu tutulmazsınız. Herkesin menfaati kendine ve herkesin sorumluluğu da kendi yaptığındadır.” Atalarınız hatalar yapmış, günah işlemiş ise ondan dolayı üzülmeyin, siz onlara uymayıp hak yolunda gidin, iyilik yapın,”
Bizden öncekilerin ne iyilikleri ne de kötülükleri bizim sorumluluğumuzda değil.
Ya da bizim hanemize yazılan bir şey değil.
Elbette bildiğimiz, duyduğumuz bir şey var o iki ilkeden biri olan dosdoğru yol için kulluk vazifemizi yapabiliriz. Vicdanımıza göre hareket etmek en doğrusudur.
Tabii sorumluluk almak istemiyorsak o ayrı, her zaman bir şeyler çıkar ve biz sebep olarak onların arkasına sığınabiliriz.
Gerçek değişim ise irademizi kullanmaya başladığımızda oluyor.
“Herkes kendi yaptığıyla rehin tutulur,” (tur, 52/21) .Adil değil mi? Belki de bu farkındalık bile yaratana bir adım daha yaklaşmamıza vesile olur.
Ceza veren bizi kurban eden bir Allah inancı yerine, sorumluluk aldığımız ve faturayı sürekli O’na kesmediğimiz yeni bir dönem başlar.
Şimdi bazılarınızın yeni sorular sorduğunu duyar gibiyim?
Bunların içinde “Hiç mi etkilemiyor?” sorusu varsa, bir sonraki yazımda cevapları vermeye çalışacağım.
Şimdilik, Hayır ve iyilikte kalın…
YORUMLAR