Ku Yii!

Ku kısa. Yi ondan az daha uzun ama çok daha keskin, vurgulu.


Guatemala’nın sapalarında, ormanın göbeğindeki kuytu hostelde tanıştığım Furkan’ın sevdiceği Sonja öğretti.


Sonja İsviçreli. Doğup büyüdüğü yerlerde arka arkaya bayaa sert şeyler yaşamış. Biraz da yollarda, Güney Amerika’da denemek istemiş. Sert şeyler yaşayınca başka diyarlara gitmek iyi geliyor. Başka diyarlar demek sadece çok güzel coğrafyalar görüp, havalı fotoğraflara sahip olmak demek diil zira. İnsan hep aynı soruları sorup hep aynı cevapları duymaktan sıyrılıyor mekan değiştirdikçe. Başka ten renkleri, başka diller, başka tepkiler, başka yemekler, başka kıyafetler, başka dertler, başka mutluluklar, başka hikayeler… Bunların içinde mevcut sıkışıklar daha az belirgin hale geliyorlar. Tek bi yolun olmaması güzel bi his. Hem de herkes bu kadar aynıyken. Aynı şekillerde gülüp aynı şekillerde ağlıyorken. Birlik ve biriciklik birbirine karşıt haller diiller.


Sert şeylere yolda da sert şeyler eklenmiş. Derken kendini Bolivya’daki yağmur ormanlarında, büyük kediler için kurulmuş bi rehabilitasyon merkezinde bulmuş. Evrenin bize lütfu olan ama insanların hoyrat davranıp yaralara, travmalara neden oldukları muhteşem varlıkların bakımına adamış kendini. Hiçliğin ortasında, 3-5 insanla birlikte bu işi yapmış.


“Favori jaguarım” diye bi cümle kurmaya başladığında ilk şoku atlatır atlatmaz sözünü kesip, “Bacım sen kurduğun cümlenin farkında mısın?” demiş bulundum. Kafa kafaya verip sessizce durduğu, göz göze koştuğu, beraber saklambaç oynadığı jaguardan bahsetti. İsmini unuttuğum için Allah affetsin beni. O bahsederken gözyaşlarımı tutmadım. Mayalar’ın derin görüşle bağdaştırdığı bu muhteşemlikle bi kez olsun göz göze gelmek için neler vermezdim. Sonraki gecelerde yatağıma çekildiğimde bundan başka bişe düşünemez halde buldum kendimi. Bu kadar büyük lütuflara erişebilmek için insanın kendinden vazgeçmesi, kaybolmaya razı olması gerektiğinin çok farkındayım.


Uçsuz bucaksız yağmur ormanlarında iletişim kurmak için kullanılan sesmiş ku Yİİ! 1 kez kullanırsanız “Kes sesini!” demekmiş. Ormanın başka tarafında ses çıkartan insanlar zaten travmalara sahip olan büyük kedileri kızdırabiliyormuş. Hayvan huzursuzlanmaya başlayınca 1 kez ku Yİİ! diye bağırıyorsunuz, duyanlar durumu anlayıp sessizleşiyorlar. 2 kez ku Yİİ! sesi “Kayboldum!” demek. İnsanlar duyunca ku Yİİ! diye karşılık verip aramaya başlıyorlar. Aralıklarla tekrar eden sesler yakınlaşıyor bi süre sonra ve kaybolan bulunuyor. 3 kez ku Yİİ! gelirse “Kayboldum ve başım büyük belada!” demekmiş. Öyle olunca herkes işini gücünü bırakıp, toplu halde yardıma koşuyormuş. Bissürü insan hayatını 3 kez ku Yİİ! diye bağırmaya borçluymuş.


Birkaç yıl önceki ayrılık sürecim benim için büyük bi son ve büyük bi başlangıçtı. Hiçbir şey bi anda olmasa da, bi anda kendimi her şeyimi kaybetmiş gibi hissetmiştim. Bi bakmıştım ki aşık olduğum kadın yok, aylardır hayatımı paylaştığım arkadaşlarım yok, odun ateşi yok, yıldızlar yok, yetiştirdiğim sebzeler yok, meşe ağaçları yok, Kaz Dağları yok, istediğim yere işeme şansım yok. Yok oğlu yok. İstanbul’da aldığım her nefes kalbime yük olarak oturuyor. Her şey aynı şeye, aynı sıkışıklığa bağlanıyor. Duvarlar üstüme üstüme geliyordu, üstüne fazla düşünmeden, kaçar gibi Kırgızistan’a gittim. Giderken Allah’tan, evrenden, ismi şart olmayan o benden üstün birlik halinden biraz korkarak ve pazarlık halinde bi dilekte bulundum. “Mümkünse sakat kalmayayım, ağzım yüzüm yamulmasın, kaldıramayacağım bi bedele dönüşmesin. Mümkünse bu şartlarda bişe olsun ve ölümden döneyim.” Yaşıyor olmanın muhteşemliğini, renklerini, kıymetini yeniden hissedebiliyor olmak istiyordum. Işığı, güzelliği bi kez olsun görmüş olmak, en büyük karanlıklarda bile umut veriyor bana. Ama görsem, bilsem, hissetsem bile büyük karanlıklardan çıkabilecek kadar güçlü olamayabiliyorum. Ki o zamanlar ku Yİİ!’den haberim yok. Kendime özgü yardım çağrılarım taş çatlasa 2 ku Yİİ! gücündeler.


Gittiğim dönem halihazırda kendini dünyaya yeni yeni açabilmeye başlamış Kırgızistan’ın pek bi tenha olduğu dönemdi. Gezmelerin en büyük güzelliklerinden olan diğer gezginlerden, onların aynalarından, hikayelerinden mahrum kaldım haliyle. 1 ayda toplam 7-8 gün insanlarla paylaşım halindeydim. Kalanı Kırgızistan’ın sonsuz boşlukları gibiydi. Dağlara bak, göllere bak, ovalara, ağaçlara, atlara bak. En çok da içine bak. Her yalpalamada karşına çıkan o içindeki büyük boşluğa, olmamışlıklara bak.


Yolculuğun sonlarına doğru ülkenin batısındaki, dünyanın en büyük ceviz ormanına komşu olan Özbek köyüne gittim. Yine yalnızım. Misafir olduğum ailenin yaşlı, tavuk teyzesi, oturup ceviz ormanına baktığım evin terasına, günde 3 kez yiyeceğimi, çayımı getiriyor, ona “Rakhmat(teşekkürler)” diyorum, ve günün tamamında yalnızlığımla baş başa kalmaya devam ediyorum.


Liseden beri derin uyku uyumakla ilgili sorunlarım var. Yıllar içinde arttı da bu durum. Yılda birkaç kez rüya görür, hatırlarsam ne mutlu benim için.


Hani düşmeli rüyalar vardır, sanırım herkesin hayatında çeşitli sıklıklarda gördüğü. Maymunluk ve toplayıcılık geçmişimizden, evrimsel hatıralarımızdan yadigar oldukları söylenir. Düşersin, düşersin, düşersin, tam çarpacakken bi çığlıkla uyanırsın. Sesli çığlığımı duyup, kendi sesime uyanmışlığım çoktur benim.


İkinci gece ceviz ormanına komşu köydeki yatağıma yattım. Rüyamda düşmeye başladım. Düştüm, düştüm, düştüm. Ve sonra farklı bişe oldu.


Düştüm ve büyük bi hızla tak diye çarptım. Çok sert olan çarpma anını hissettim. Acı yoktu ama çarpmanın sertliği vardı. Kafamda bi serinlik oldu. Pekmezim akıyordu sanırım. Sonsuz bi karanlık ve sessizlik vardı. Hiçbir korku, kaygı, acı yoktu. Sadece karanlık, sessizlik ve sonsuz huzur. Gerçek bi sonsuzluk hissi…


Babamın ölümünden sonra varlığı hiç kaybolmayan, her yere beraberimde götürdüğüm ölüm, ilk kez güzel ve ferah bişeye dönüştü benim için o sabah uyandığımdan beri. Korkmaktan çok, kabul edilecek bi yolculuk gibi gelmeye başladı ölüm.


Umarım dilediğim şey böyle gerçekleşmiştir. Başka türlü bi tokat beklemiyordur beni bi yerlerde.


Herkesin biricik yolları, biricik öğrenme halleri başımın üstünde. Kimseye akıl vermek, şifa olmak haddim diil, bayaa farkındayım.


Bununla beraber, kaybolma hallerinde çığlık atmayı hatırlatmak boynumun borcudur. Yeter ki ifade edilsinler. Yeter ki “Kes sesini!” diil de “Kayboldum ve başım büyük belada!” denilsin. Sesi duyan, sese gelen olacaktır. Hepimiz biriciğiz ve hiçbirimiz bi başına diiliz.


Sanırım ölümden sonra bile böyle bu işler.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.