Renkler bahçesi

Nepal’e kendimden vazgeçmeye gitmiştim. Himalayalar’a baka baka kendimin ötesine geçmeye. Etiyopya ateşti. Ah ateş… Kırgızistan dev boşluklar demek. Boşlukların ortasında çırılçıplak hissediyor insan. Ardına saklanacak bişe olmayınca yüzleşiyorsun kendinle. Guatemala… Guatemala renkler bahçesi benim için.


Nepal öncesinde de muhteşem diyarlarda bulundum. O zamanlar aşık diildim ama. Aşktan öncesi sadece hayatta kalmaca. Yaşamak faslı, görmek lütfu aşık olunca başlıyor. Benim hikayemde öyle en azından.


Yanardağlar, yağmur ormanları, Maya piramitleri, göller, nehirler, kanallar, okyanuslar, siyahlar, yerliler, ateşböcekleri, yılanlar, kuşlar, kelebekler, çiçekler, ağaçlar, taşlar, şarkılar, yemekler… Derken renklerden başım dönmüş halde oturuyorum nehrin kıyısında. Bi yanımda Tarık, öbür yanımda Furkan.


Pek Türk’e rastlamıyorum gittiğim ülkelerde, hele böyle hiçliğin ortasındaki yerlerde bi kez olsun denk gelmişliğim yoktu bundan önce. Bi anda 3 kişi oluyoruz uçsuz bucaksız ormanın ortasında. Tarık’ın son 6-7 ayda rastladığı tek Türk’üm, Furkan’ın durumu da öyle bişe. Vuruyoruz Türkçe’nin dibine.


İkisi de 25 yaşında. İkisi de birbirinden güzel herifler. İkisi de memlekette eksik hissetmişler kendilerini. Anlaşılmamışlar. Yorulmuşlar. Birazcık da küsmüşler gibi. İkisi de aylardır yollarda. Gönüllülük, göçebelik, plansızlık, macera. Onların gezme hallerinin yanında ben turist kalıyorum. İkisi de yollarda kalplerine göre sevdicekler bulmuşlar. Şifa vermiş, şifa bulmuş, kadınlardan öğrenmenin, güzel güzel sevip sevilmenin lütfuna ulaşmışlar. Şahane hikayelerinin ayrıntılarını anlatmak bana düşer mi bilemem, o yüzden derinlere inmiyorum.


Bence birbirimizi bayaa anlıyoruz, kısa sürede iyice bağlanıyoruz. Karşılıklı umut veriyoruz. Çocuk gibiyiz nehirde, ormanda. Hikayelerimizi paylaşıyoruz, kahkahalar atıyoruz, şarkılar söylüyoruz. Allah Türkçe’den ayrı düşürmesin bu arada.


Doğanın göbeğinde nasıl güldüğümü, nasıl parladığımı, doymak, sıkılmak bilmeden nasıl izlediğimi gören Tarık gitmeye yakın soruyor “Reyiz dönünce napıcan peki?” İstanbul gri, Türkiye biraz karanlık malum. Özellikle İstanbul’un öyle izleyecek pek bişesi kalmadı. Betondan şehir, yorgun ve mutsuz insanlar. Doğduğum, ömrümün tamamına yakınını geçirdiğim yuvamın gerçeği bu.


Diyorum “İnsanların yüzlerine bakarım artık olm, napiim.” Gezmeyi çok seviyorum ama sevdiklerimi de hemen özlüyorum ben. Güzel bişe görünce hemen hangi arkadaşlarıma, nasıl anlatacağımı, onların vereceği tepkileri falan düşünmeye başlıyorum. Bence birbirimiz varken ışıksız, renksiz, umutsuz kalmayız. Güzelliklere odaklanalım yeter ki. “Kusur görenindir.” diyen insanların coğrafyasındanız sonuçta. Doğru düzgün bakarsak her birimizin sureti renkler bahçesi. Vallahi.


Sonra geliyorum memlekete. Bi akşam arkadaşlarımla toplanıyoruz. Yeryüzü Derneği’nin (doğal) parlak pembe yaz helvası geliyor önce. Yanına Hindistan’dan gelmiş mavi çaydan yapıyorlar. Mavi çaya limon sıkınca mor oluyor bi de. Bi bardakta da bira duruyor sarı sarı. Aklımı çıldırıyorum renkleri görünce. Mavi ve güzel kokuyor diye sabun ısırmışlığım var benim çocukken. Hayatımın hayalkırıklığıydı o dev acılık. Bu sefer tertemiz yiyip içiyorum, hiçbişe de olmuyor.


Pembe, mavi, mor vs. gıdaları gömedururken trans arkadaşım gökkuşağı renklerindeki kocaman şemsiyesini gösteriyor bize. Ondan bile renkli elbisesini de gösterecek de, muhabbetin arasında kaynıyor. 3-5 sene önce iki gay öpüşünce yüzümü buruşturur, filmi değiştirirdim. Nasıl bi korkuysa artık. Öyle yapmasam ispat edemiyordum herhalde erkekliğimi, “bulaşırdı” falan Allah korusun. Sonra gay ve lezbiyen arkadaşlarım, biseksüel kadın sevgililerim oluyor. Derken şükür ilk trans arkadaşım. Hayatım boyunca görmekten kendimi alıkoyduğum bi rengi izler gibi izliyorum onu, çaktırmamaya, cahilliğimden, sakat ezberimden kaynaklı bi ayıp etmemeye çalışarak. Ne güzel ve temiz bakıyor, “götürdüğü” erkeklerden muzip muzip bahsederken. Ne onun toplumun korkak standartlarına göre “anormal” olan seks anlayışı, ne de baskın olan heteroseksüel cinsellik kirli şeyler diiller malum. Bunu da, trans bireylerin misler gibi var olduklarını, senden benden daha değersiz, ahlaksız ya da çirkin olmadıklarını da vurgulamak hoşuma gidiyor. Dediğim gibi… Güzel bişe keşfedince hemen paylaşmak istiyorum işte.


Sonraki sabah Elazığ’dan gelen, yıllardır görmediğim halamı ve eniştemi alıyorum. Önce mezarlığa, sonra anneme götürüyorum. Oradan da amcamlara iftara gidiyoruz. Cemile halam kadar karşılıksız ve güzel seven bi insan tanımıyorum sanırım. Hayatta ağzımı yüzümü kıran şeylerin her seferinde nasıl bi güzelliğe dönüşebildiğini göre göre, yıllar içinde militan ateistlik/komünistlikten seke seke, onun bulunduğu “Hayırlısı…” levelına ancak geçebildim ben. Bayaa zor ama, günün birinde onun gibi sevecek hale de gelebilirim inşallah. Okuma yazması olmayan bu kadına yerlilerin kutsal ağacı La Ceiba’ya bakar gibi bakıyorum gece boyunca.


Şaka maka bakmayı öğreniyorum.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.