Sorun yeterince yaşamıyor olmamız olabilir mi?
Sorun yeterince dans etmiyor olmamız olabilir mi?
İnsanoğlunun belki de en kıymetli yaratımı olan müziğin eşliğinde -ya da bazen ona bile gerek duymaksızın- kendimizi bedenimize bırakmamamız, onun ihtiyaçlarına göre hareket etmememiz olabilir mi? Yaşadığımız türlü deneyimler nedeniyle yaşadığımız duygu hâllerinin bedenlerimizde sıkışıp kalması ve dışarı çıkaramadığımız için onları -birçoğunun farkına bile varmadan- bir ömür boyu taşıyor olmamız olabilir mi?
Dansın neşesinin, coşkusunun sadece bedenimizi değil, zihnimizi ve ruhumuzu da temizleme, coşturma, şarj etme armağanından faydalanmıyor olmamız olabilir mi sorun?
Sorun yeterince oyun oynamıyor olmamız olabilir mi?
Çocukluğumuzun ayrılmaz parçası olan oyunun bir noktada yaşamlarımızdan bıçak gibi kesilip atılması ve yetişkinliğe geçişle birlikte (yaş almış modern insanın ne kadar "yetişkin" olduğu son derece tartışılır, ayrı) ciddiyet ekseninde yaşamlara geçmemiz ve neşeyi, eğlenmeyi, kurgusal bir alanda birileriyle oynamanın, yaşamdan alınan -ve yaşama çok fazla katkısı olan- bu molaların yokluğunun sıkıntısını çekiyor olabilir miyiz?
Salt eğlenmek ve neşe için de oynanır oynanmasına ama oyun oynamanın getirdiği bilgelik, kendimizi tanıma yolundaki katkıları, birbirimizle olan ilişkilerimizi bambaşka bir düzleme taşıması gibi müthiş başka armağanları da var. Ve hemen dibimizde olan bu armağanları alamıyor olmamız, içimizdeki sıkıntının müsebbiblerinden biri olabilir mi?
Sorun yeterince sevişmiyor olmamız olabilir mi?
Sevme fiilinin ve hâlinin bir -ya da daha çok- kişiyle paylaşılmasının güzelliğini ne kadar deneyimliyoruz? Dünyaya geliş nedenimiz olan bu başlıkta ne kadar özgürüz? Ne kadar ifade edebiliyoruz cinselliğimizi? Ne kadar tadını çıkarabiliyoruz bu muhteşem armağanın? Aslında bu kadar kolay ulaşılabilecekken ve bizi bedensel ve ruhani olarak çok üst seviyelere çıkarma potansiyeli varken ne kadar hakkını veriyoruz cinselliğimizin?
Sahi sevişiyor görünenlerimiz gerçek anlamda ne kadar sevişiyor? Korkulardan, endişelerden, performans kültüründen, sonuç odaklılıktan uzak, ne kadar seviyoruz kendimizi ve diğer(ler)ini? Ne kadar serbest bırakıyoruz bedenimizi ve zihnimizdeki vızıltılardan uzak ne kadar açılabiliyoruz bu sonsuz okyanusa?
Ve sorun yeterince şarkı söylemiyor olmamız olabilir mi?
Ve sorun dost meclisleri kurup yeterince kalpten kalbe iletişim kurmuyor olmamız olabilir mi?
Ve sorun ruhumuzun sesine yeterince kulak kabartmamamız; yaşamlarımızda neşeye, keyfe ve coşkuya hak ettikleri yeri vermememiz olabilir mi?
Ve sorun yeterince kahkaha atmıyor olmamız olabilir mi?
Ve sorun güzel sofraları yeterince paylaşmıyor olmamız olabilir mi?
Ve sorun birbirimizden ayrı olduğumuz yanılsaması üzerinden sürekli tetikte olmak zorunda hissetmemiz ve bitmek bilmeyen bir gelecek kaygısı içinde yarını garantilemek peşinde koşarken bugünü ve ânı yaşamayı ihmal etmemiz olabilir mi?
Ve sorun, bazılarımız için, travmalarımızla, gölgelerimizle yüzleşme işini fazla abartıp kıyıda köşede sürekli gölge arama peşinde koşmamız; yukarıdaki ve diğer güzelliklerin tadını çıkarmayı unutmamız olabilir mi?
Ve sorun, odak ve enerjimizi kötüyü durdurma, protesto etme, ona karşı çıkma ekseninde tutarken iyiyi, güzeli, ferah olanı yaratmayı ve deneyimlemeyi ihmal etmemiz, bunları sunmaktan, paylaşmaktan imtina etmemiz olabilir mi?
Ve sorun, barışın ve güzelliğin, dansın ve neşenin, sevginin elçisi olarak yaşamak ve bunu sergilemektense savaşa ve çirkinliğe, öfkeye ve çatışmaya, nefrete karşı çıkmaya çok fazla alan açmamızdan kaynaklanıyor olabilir mi?
Sorun yeterince yaşamıyor olmamız olabilir mi?
YORUMLAR