Hafiflik
10 gün kadar önce ev sahibim aradı ve beni evden çıkarmak istediğini söyledi. Hem de Şubat başında, kışın ortasında... Ülkenin birçok yerinde coşan kiralar buralara fazlasıyla yansıdı ve yerlilerin gözü fena açıldı. Birçoğunun tuzu fazlasıyla kuru olmasına rağmen daha çok, daha çok! para hırsından kendilerini alamadıklarından mütevellit yavaştan yol vermeye başladılar bizlere, birer ikişer... Ve evet, görünen o ki ... sıra bende.
Şükür ki lafın gelişi bile olsa "son kurban benmişim." diye bitiremedim bir önceki paragrafı. Üstelik benzer koşullarda bir ev bulmamın hiç ama hiç kolay olmaması ve eskaza bulsam en az iki kat kiraya mâl olacağı gerçeğine rağmen biraz olsun kurban hissetmiyor, bir gıdım olsun "eyvah, ne yapıcam şimdi?!" geçmiyor içimden. Gönlüm o kadar rahat ve yaşam'a o kadar güven hâlindeyim ki bana bir kapıyı kaparken daha güzellerini önüme sereceğine dair müthiş bir eminlik içindeyim. Tıpkı yaklaşık 5 yıl önce çok benzer bir senaryo ile karşılaştığımda olduğu gibi, tıpkı o zaman bahsettiğim diğer durumlarda da aynı şekilde bakabildiğim gibi...
Satırların bundan sonrası Mart 2017'den geliyor...
***
Yakın zamana kadar lügatimde olmayan bir sözcük şu sıralar gündemimde: Hafiflik, hafif olmak…
Birkaç ay önce Hira, hafifliğime bayıldığını söylediğinde ne demek istediğini anladım hemen. Olan bitenle, karşıma çıkanla kavga etmemek, akıntıya katılmak, akışkan olmak, akış olmak, mücadele etmemek, hayatın hazırladığı yolun suyuna gitmek, zorlamamak, direnmemek; akmak, sadece akmak…
Yıl 2007, hiç fena kazanmadığım epey büyük bir firmadan ayrılmış, çok daha az kazandığım, çok daha basit, bana iş tatmini olarak da pek bir şey katmayan bir iş değişikliği yapmışım. Akılla mantıkla izah edilecek hiçbir tarafı yok kararımın; sadece kolayıma geldi sanırım. Öbür taraftaki sorumluluklar, sıkışıklıklar, sorunlar birikti birikti; çözmektense beyaz sayfa açmak daha rahat geldi. Bu "akılsız, mantıksız" kararı aldığımın üçüncü ayının son gününde ekibi toplantı odasına çağırdılar ve bir açıklama yaptılar: Şirket Türkiye pazarından çıkıyormuş ve dolayısıyla bir ay sonra hepimizi işten çıkarmak durumunda kalıyorlarmış. Sen git daha iyi kazandığın, daha prestijli işini bırak, bilinmeze at kendini, üç ay sonra bu haberi al. Normal bir insan çok doğal bir şekilde inkârla başlar, şikayetle, sızlanmalarla devam eder, kurban psikolojisine giriverir falan ya; ben daha açıklama tamamlanmadan büyük bir heyecanla “Hımm demek öyle, bakalım şimdi ne olacak; nasıl bir iş bulacağım” vs. diye heyecanlanmaya başlamıştım bile. Adam o zaman da hafifmişti. Haa sonra altı ay iş bulamadığımda, aldığım tazminat suyunu çektiğinde ve en sonunda bulduğum işin koşulları biraz daha kötü olduğunda bile hafiflik devam ediyordu. Ama Allah/evren vergisi midir, başka bir şey midir bilmem ama hiç sıkıntısını çekmedim böyle olmanın. Hep “eyvallah” dedim, direnç göstermedim ve döndü dolaştı beni güzel bir yerlere attı hayat.
Çok daha eskilere gitti aklım: Yıl 1990, küçük Emre sekiz buçuk yaşında (buçukları söylemeyi hangi yaşta bırakıyoruz sahi?). Annesi ona babasıyla ayrılma kararlarını açıklıyor. Emre çok sakin, “peki” diyor, “madem ikiniz de beni hâlâ seviyorsunuz, madem böyle daha iyi olacağını düşünüyorsunuz; eyvallah” diyor. (Bu cümleyi bu şekliyle kurmuyor belki, hele ki “eyvallah” demeyi daha öğrenmemiş ama hatırladığım his tam da bu) Sekiz buçuk yaşındasın oğlum! İki isyan et, ağla, onları birleştirmeye çalış; yok; hiç olmadı öyle bir şey. Çok acayipmişti, çocukken de cinsmişti.
Yıl 2017, aylardan Mart, günlerden birkaç gün önce: Bir buluşma için bizim köye gelen tanıdık ve yeni tanıdık dostlara heyecanla anlatıyorum: “Ohh,” diyorum, “kızları gönderdim, bir süre yalnız yaşayacağım. Çandır’ı zaten çok seviyorum, biraz kendi düzenimi oluşturmaya ihtiyacım var. Bahçeye biraz ağırlık vericem, bir de kümes yaptım, tavuk alıcam…” falan. Kaç kişiye kurduysam aynı cümleleri, her seferinde iştahla anlattım önümdeki ayları.
Ve günlerden dün: Ev sahibinden bir sms geliyor ve beni evden çıkarmak istediğini söylüyor. Yalnızlık hayalleri, tavuklar, bahçe; hepsi puff oldu bir anda. Ne yaparım, nereye giderim, neylerim…
İlk şok anında bile gerçek anlamda şok olmadım. Yine kafa işlemeye başladı hemen “Hımmm, e hayırlısı, what’s next? (Şimdi sırada ne var?)” İçim bi’ heyecanlandı, kıpırdandı. Olasılıklar pıt pıt dizilmeye başladı ve her biri ayrı heyecanlı. Burada bir süre olsun daha fazla kalmak için uzlaşmak da bu olasılıklardan biri ama diğer olasılıklar da hiç fena değil. Üstelik bir süredir hafiften bir atalet hâlim var ve yapmak istediklerimle arama mesafe koyuyorum. “Belki de ben adım atmak için daha oyalanacakken hayat beni sırtımdan nazikçe itiyor” diyorum dünden beri. İşaretleri okumaya çalışıyorum. Bu çok sevdiğim köyde ve evde kalma sürecini biraz olsun uzatmak mı yoksa hızlıca yeniye doğru harekete geçmek mi… Şu an için bilmiyorum ama güveniyorum hayata. Direnmediğim sürece hep güzelliklerle karşılaştım, hiç büyük sıkıntıları göğüslemek zorunda kalmadım. Sanırım yine öyle olacak.
Sıkıntı demişken… Arada düşünüyorum da gerçekten de benim için çok kolay oluyor birçok şey; oluveriyor. Baran çok sık söyler/yazar mesela, acılardan öğrendiğini, bunların onu geliştirdiğini falan… Bende acıyla öğrenme az. Daha ziyade kolaylıkla öğreniyorum. Bu sadece şans mı diye düşünüyordum ki geçenlerde Funda “E sen hep hayatın yönlendirdiği şekilde yaşamışsın, hiç zorlamamışsın; bu durumda niye acı çekesin ki?” gibi bir yorum yapınca her şey yerli yerine oturdu sanki. Evet zorlamıyorum, süzülüyorum sadece hayatın içinden… Yıpranacağım işi yapmıyorum, istemediğim sorumluluğu almıyorum, görmek istemediğimi görmüyorum, gitmek istemediğim yere gitmiyorum. Kolaylıkla, rahatlıkla, zarafetle ne akıyorsa o dümende gidiyorum. Rüzgâr nereden eserse ve beni nereye götürürse orada tozlaşıyor, orayı çiçeklendiriyorum. Ehh bu durumda hayatın şaplakları bana pek değmiyor, yine de değenleri ise alıyorum sadece, kabul ediyorum. Pek de güzel oluyor.
Galiba böyle de devam edeceğim. Hayata güveniyorum, yapacak bir şey yok!
Azıcık tedirgin, çokça heyecanlıyım. Ve seviyorum…
***
Yine Aralık 2021'den seslenerek bitiriyorum. Ramazan amca kusura bakmasın, kışın ortasında evden çıkmaya niyetim yok ama çok da direnecek değilim. Onun istediğinden birkaç ay sonra evi boşaltırım. O zamana kadar buradaki beşinci kışımı tatlı tatlı geçirir, yavaş yavaş buradaki dostlarla ve tüm diğer canlarla vedalaşırım.
Bu esnada bir sonraki adımın ne olduğunu dinliyor olacağım. Ara ara işaret parmağımı yalayıp havaya kaldıracak ve rüzgarın nereden ve ne güçle estiğine bakacak, benim için çizilen en uygun yolu duymaya çalışacağım. Beş duyuma ve özellikle altıncı hissime kuvvet diliyorum.
Bu güzel coğrafyadaki yıllarıma şükranla...
YORUMLAR