Çocuklarını yiyen...

Bir kadın,

80'li yılların sonlarında Moskova'da doğmuş.

Annesi, anneannesi ve anneannesinin annesiyle birlikte 40 metrekarelik bir apartman dairesinde büyümüş.

Bir kadın. Arkadaşım. Ira.

Anneannesinin annesi dindar bir kadınmış, o zamanlar dindar olmak oralarda neredeyse suçmuş. Büyük nine, torununun çocuğunu yanına katıp, gizli gizli kiliseye giderlermiş.

Anneannesi ise tam bir komünistmiş ve torununa gizli gizli inanç bulaştırmaya çalışan annesine çok kızarmış.

Annesi ise küçük bir çocukla hayatta kalmaya çalışan genç bir kadınmış. Yoğun iş dünyasının, hayat gailesinin ötesinde çareyi falcılarda, astrologlarda ararmış.

4 nesil kadının yaşadığı bu evde hiçbir kadın yemek yapmaktan hoşlanmazmış.

4 nesil kadının yaşadığı bu evde bitki olarak sadece bir tane aloe vera varmış. O da kaşıntı, yanık gibi ciltle ilgili bir sıkıntı olursa diye bakılırmış.

4 nesil kadının yaşadığı bu evde hayatın güvenliği karabuğdayın fiyatıyla ölçülürmüş.

Marketlerde, raflarda karabuğday varsa, fakirler için de alınabilir fiyattaysa hala umut varmış. Sabahları çiğ karabuğday soğuk süte eklenir, üzerine biraz şeker serpilir ve öyle yenirmiş. Akşamları karabuğday kaynar suda haşlanır, üzerine biraz tereyağı eklenir, pilav gibi yenirmiş. Karabuğday varsa hayat var demekmiş. "Şimdi de" diyor İra "Rus halkını sokağa dökebilecek bir şey varsa, bu ancak karabugday fiyatıdır..."

Bizim karabuğdayımız ne, diye düşünüyorum ben de.

Arkadaşım Ira, bir kaç gündür bende kalıyor. İstanbul'da hayat ihtimallerini araştırıyor eşiyle birlikte. Bu savaş, bu salgından sonra hiç nefes aldırmadan, hemen sonra, dünyanın, aslında anne-baba aynı kardeşler kadar yakın genetik ve tarihi köklere sahip olan iki ülkesini içine alan ve etrafa sıçrayan bu çirkef, Rusya ve Ukrayna'nın baş aktörler olduğu bu bozgun, onun hayatını fazlasıyla etkilediği için, bunun ötesindeki seçenekleri araştırıyor.

"Neyi paylaşamadınız?" diye yazsak sokaklara, köprülere, dağlara...

NEYİ PAYLAŞAMADINIZ? diye bağırsak sağda solda, önde arkada, adaletsiz yöneticilere, iktidar koltuğundaki zombilere...! Suları satan, toprağı zehirleyen, havayı kirletenlere, suyun, ateşin, havanın, toprağın şifasını, hepsinin aslında bir olduğunu, insan olmanın temel öğelerini hatırlatsak, ateşin başında insan insan oturmayı hatırlatsak, ölmüş fakat bir türlü gömülemeyen bu kan emici sisteme... bu sistemin insan kılığındaki temsilcilerine, kalplerinde bir minik açıklık doğar mı?

Vatan bizim anamız ya hani, devlet bizim babamız ya...

İnsanları,sebepsiz yere ömür boyu hapse mahkum eden,

Çocukları aç ve susuzken, parayı ekolojiyi bozmak pahasına betona gömen sorumsuz ana-baba gibi bizde vatan...

Anne arketipinin iki farklı yüzü var: besleyen büyüten ve sıkıştıran, boğan, öldüren... Vatan bizim anamız, çocuklarını boğuyor. Vatan diye diye zombiler, çocuklarını boğuyorlar.

Adaleti, güveni, umutla dolu bir geleceği masallara hapseden, orada, şurada ve muhakkak ki burada farklı yüzlerle, isimlerle tezahür eden ve fakat hepsi kökenini insanın kalbindeki karanlıktan alan bu "güç" sahibi adamları silip atmak mümkün olur mu gezegenden...

Bu ihtimal, kalbimin bir yerinde daima saklı...

Avrupa'da müfredattan Dostoyevksi çıkarılıyor, saçmalamayın beyler...!

Büyük konser salonlarında Tchaykovski çalınmıyor, saçmalamayın hanımlar...!

Rusya, ithalatı Avrupa'dan diye, laleleri yasaklıyor, saçmalamayın...!

4 nesil kadın ile, aynı semtte büyümüş arkadaşım, Ira, rahatını, annesini, kedisini, işini, gücünü, büyük anneannesiyle gittiği kiliseyi bırakıp İstanbul'da yeni bir yaşam kurmaya niyet ediyor...

Ira bir bilim insanı, bir sanatçı, bir mucit... Özgeçmişindeki upuzun eğitimleri, iş alanının tam olarak ne olduğunu bana anlatması neredeyse bir hafta sürüyor...

Eğitimli, donanımlı, kalbi ve zihni aydınlık, insanlar arasındaki suni ayrımlara pabuç bırakmayan bir kadın. Vicdanı temiz, barış içinde yaşamak, üretmek, öğretmek isteyen...

Hayatı boyunca ait olduğu köklü kültürü gurur ile taşımış halini gömüyor tarihe; şimdi kendisini yeniden doğurmak zorunda. Lalelerle savaşan bir hükümetin verdiği kararların acısını, yükünü taşıyor. Bizim gibi...!

Ve batı dünyası, kendisi sanki sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi insan olmanın en derin dehlizlerini müzikle, edebiyatla bizlere öğretmiş, yüz yıllarca insanlık yoluna ışık tutmuş büyük yazarları, bestekarları tü-kaka ilan ediyor...

Son yıllarda eğitim görmüş, donanımlı, aydınlık çocuklarını tümünü kaçırmış bir ülke bizimki... Şimdi, tam da bu tavır acaba değişir mi diye umutlanırken biz; Gezi, yine, yeniden, 9 sene sonra hala, daha çok mahkum ediliyor... Sistemler, en hızlı, en vahşi şekilde kendi güzel çocuklarını yiyorlar... Yutan ana iş başında... Yavrularını, yutuyor, orada, burada, olan hep, bize oluyor...!

İçimde bir ses; "Bir daha dünyaya gelirsem adımı AH! koyun, ah..." diyor...

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.