Kendini bilmek isteyenlere kitap önerileri!
“Kendini bilen evreni bilir” lafı boşuna değil. Günlerdir yazıyorum instagram hesabımda kendini bilmek neden gerek, diye… Güzel bir seri oldu.
Şimdi o seriye ek bir okuma listesi. İstek üzerine.
Ne okuyalım da kendimizi daha iyi bilelim, kendimizi bildikçe varoluşun sırlarına yaklaşalım .
Uzun bir listem var. Bir kerede yazarak bitmeyecek sanırım. Gelişigüzel başlıyorum. Gittiği yere kadar.
Vücudunuz Hayır Diyorsa
Kanadalı aile hekimi, pskiyatrist Gabor Mate’nin kitabı kendini bilmek isteyenler için başlangıç dersi niteliğinde. Bu kitabı ve Mate, bundan 3 sene önce İstanbul’a geldiğinde ondan bana kalanları şu yazımda detaylıca anlatmıştım. Merak eden okuyabilir.
Kısaca duygusal stresin ve şifalandırmak üzere gayret edilmemiş zihinsel şartlandırmaların, travmaların, çocukluk yaralarının genel sağlık durumumuz üzerindeki etkisini anlatıyor. İnsanı ruh, beden, duygu durumu ve sosyolojik yapı şeklinde ayırmak yerine biyopsikossosyal bir varlık olarak kabul etmenin neden önemli olduğunu ve tüm bu yapının sinir- bağışıklık sistemimiz üzerindeki etkinlerini anlatıyor.
İletişim Yayınları tarafından Türkçeleştirilmiş.
***
Amak-ı Hayal
1900’lerin başında Filibeli Ahmet Hilmi tarafından gazeteye tefrika halinde yazılmış bir roman bu. Zamane gençlerinden Raci’nin mezarlıkta Aynalı Baba isminde bir bilge meczup ile karşılaşmasını ve onunla birlikte hayatın anlamını sorgulayan hayal alemlerindeki seyahatleri anlatıyor. Fantastik ve mistik bir eser diyebiliriz Amak-I Hayal için. Tüm dinlerin mistik boyutlarından bilgelikler içeriyor.
Bir bölümde karanlık ile aydınlık karşı karşıya geliyor.
Bir bölümde Raci Simurg’un sırtında alemleri geziyor.
Bir bölümde gelmiş geçmiş tüm ulular toplanıp “Saadet nedir?”, sorusuna cevap arıyorlar…
Bu kadar değil elbet.
Biraz ileri düzey bir okuyucu alışkanlığı gerektiriyor bana kalırsa.
20’li yaşlarımın başında ilk okuduğumdan bu yana, bana verdiği zevkten hiç eksilmedi ve hatta yıllar içinde arttı diyebilirim. Şimdilerde podcast’te sesli okuyarak paylaşıyorum zevkle. Şu linkten ulaşabilirsiniz.
Kitabın yayınlandığı orijinal dil Osmanlıca olunca günümüzdeki versiyonlarına çeviri demek uygun düşer. Yayınevinden yayınevine, çevirmenden çevirmene üslup farklılıkları var elbette. Benim podcast’de seslendirdiğim İş bankası yayınlarından çıkan hali.
***
Küresel Sistemde İnsan Kalmak
Bu kitabı bundan birkaç sene önce okuduğumda hakkında şöyle yazmışım:
“Küresel ekonomik sistemin bir yan ürünü olarak ortaya çıkan yeni alışkanlıklar yeni nesneler, yeni oyuncaklar insanların birbirine duyduğu ihtiyacı azalttı. Bunun doğal sonucu olan ilişkilerdeki ruhsal yatırım azalması bir gevşeme oluşturdu. İnsanlar eskiden varlıklarını sürdürmek için birbirlerine tutunurken, artık cep telefonlarına, bilgisayarlarına ve sosyal ağ ilişkilerine tutunuyorlar."
“Delirdik ama sor bakalım neden?” kitabı bu. İnsan psikolojisinin çevresinden ayrı tutulamayacağını, neo- liberalizmin kişisel hayatlarımız üzerindeki çılgın etkisini anlatıyor. Hep bildiğimiz, kendi aramızda konuştuğumuz: Sağlık sisteminin bozulmasından, metropollerin işlevine, bakıcılarla büyüyen bebeklerin nasıl daha makbul tüketiciler olacaklarına değiniyor psikiyatrist Erdoğan Çalak. Kafa açıcı, hah şimdi oldu dedirten bir okuma.”
Şimdi, pandemiyle değişen ve had safhada dijitalleşen dünya için bu yazdıklarımın etkisi katman katman artmış olsa gerek.
Çalak kendini bilme gayreti için şöyle diyor kitabında:
“Ruhsal gelişme için kendini tanımak, anlamak ve geliştirmek yerine çok iyi para kazanarak ve bu parayı kullnarak sorunlarını çözmeyi ummak günümüz insanının hayat görüşü oldu. Bir bakıma bu bakış açısı binlerce yıllık insanlık birikiminden kopuştur. Doğu dünyasında Taoizm, Budizm, İslam tasavvufu kişinin ruhsal gelişmesini sürdürebilmesi, kendisini tanıması ve anlaması için uzun süren bir emeği gerekli görür.”
Kitaptan çok etkilenip Erdoğan Çalak ile bir de röportaj yapmıştım o zaman. Şu linkten okunabilir.
https://hthayat.haberturk.com/yasam/roportajlar/haber/1055652-kuresel-sistemde-insan-kalmak
***
Kendini Arayan İnsan
“Günümüz insanının en büyük içsel sorunları nelerdir?” sorusuyla başlıyor Rollo May’in kitabı. Endişeden, boşluktan, güvensizlikten, yalnızlıktan, sıkıntıdan, bağlantısızlıktan, dışa aşırı dikkatin getirdiği içsel bakış eksikliğinden bahsediyor.
Kültür tarafından dikte edilen, maddi hedeflere dayalı, mekanik hayattan, hoşlanmadığın bir işte çalışmak ve olduğun gibi olamadığın bir ilişkiden tutunma gayretinden bahşediyor. Kapitalizm şablonuna uymak adına özgün benliğinden vaz geçen insanları anlatıyor ilk başlarda.
Güncel olma baskısı, davet edilme zorlantısı, biriyle, bir şeyle meşgul olma mecburiyeti, yalnızlığın ve sessizliğin ölüme eş değer olması ve tahammül edilemez olması ön kabullerinin altını didikliyor.
Yalnızlığı unutmaya çalışan, kendine içeriden değil de dışarıdan bakan, kimliklerle, etiketlerle özdeşleşmiş insanlar için “doldurulmuş insanlar” diyor May. Ve eninde sonunda daha da yalnızlaşacaklarını çünkü sevmeyi öğrenebilecekleri bir temelden mahrum olduklarını ifade ediyor.
Batı insanının son birkaç yüzyılda kurduğu akılcı, tektip ve mekanik yaşam tarzının getirisi olan boşluk, risk odaklı yaşam, savaş tehditleri, özgürlük ve onur gaspını ise “Endişe Çağı” tabiriyle açıklıyor.
“Korktuğumuzda bizi neyin tehdit ettiğini biliriz. İçinde bulunduğumuz durum bizi harekete geçirir. Endişeye kapıldığımızda ise atmamız gereken adımları bilmeyiz. Yakalanma, şaşkına dönme hislerine kapılırız ve algılarımız bulanıklaşır. Endişe bizi benliğimizin özünden vurur.”
Kronik endişe halinin psikosomatik hastalıklar için şahane bir temel olduğunu belirtiyor. (bkz: Gabor Mate) Peki şuna ne diyeceksiniz? Kişinin endişe seviyesiyle, öz farkındalığı arasında ters korelasyon olduğunu belirtiyor May.
“Endişe öz farkındalığımızı gasp etme eğilimindedir” diyor ve tersinin de geçerli olduğunu ekliyor hemen “Öz farkındalığı az olan insanlar nevrotik endişeye kapılmaya meyillidirler… İçsel gücümüz ne kadar çoksa, yani hem kendimize hem de etrafımızdaki nesnel dünyaya dair farkındalığımızı koruma becerimiz ne kadar yüksekse tehditlerden o kadar az etkileniriz.”
Bu yazının uzun hali de şurada
Okuyan-Us Yayınları
***
Farkındalığın Mucizesi
“Mindfulness” diye günlkük yaşamda kullanımına alıştığımız Türkçe’ye de Farkındalık ya da Bilinçli Farkındalık veya başka başka terimlerle yerleşmeye çalışan ama henüz tam da kendi ağırlığını bulamamış bir kavram var. Bana Şuur ve Şuursuzluk kelimeleri daha hoş geliyor farkındalığa göre. Sanırım hayatı nasıl yaşadığın da bunla olan ilişkine dayanıyor.
Bu kitap, bu kavram gibi Thich Nat Hanh (sevenleri Tay diyorlar) isimli Budist rahibin bu gibi konularda yazdığı onlarca kitaptan biri. Çok basit, anlaşılır bir şekilde Farkındalık nedir, ne zamanlarda nasıl kullanılır, nefes nedir, bilinçli nefes ve meditasyon nelere kadirdir gibi kendilik yolunda yürümek isteyenlerin ihtiyaç duyduğu teori ve pratik bilgileri bir arada veriyor.
Diyor ki:
“Neden meditasyon yapmalısınız? İlk önce her birimizin tam dinlenmeyi gerçekleştirmemiz gerektiği için. Gece uykusu bile tam bir dinlenme sağlamaz. Kıvrılıp dönerek, devamlı rüya görerek dinlenmek zor.”
Ve kolaylıkla anlatıyor meditasyonu, şefkati, hizmetin ne demek olduğunu…
Bendeki versiyonu Kuraldışı Yayınları’ndan çıkmış.
***
Mükemmel Olmamanın Hediyeleri
Brene Brown’u biliyorsunuzdur. Popüler psikolojinin en parlak isimlerinden biri. Doktorasını Uranç ve Suçluluk duyguları üzerine yapmış. Bu konularda yüzlerce insanla konuşmuş, verileri analiz etmiş bir kadın. Bu işi biliyor.
Bu kitap da utancı anlamak, suçluluk ile aranıza mesafe koymak ve kırılganlığını ortaya koyarak cesaret göstermek ve bu şekilde tam bir hayat yaşamak hakkında.
Diyor ki:
“Utanç sevilmeme korkusudur.”
Diyor ki:
“Kendinizde olmayanı çocuğunuza veremezsiniz. Çocuğunuzu ancak kendinizi sevdiğiniz kadar sevebilirsiniz.”
Diyor ki:
“Ne hissettiğim konusunda daha çok, insanların ne düşündüğü konusunda daha az endişelenmeyi öğrenebiliriz.”
Diyor ki:
“Hikayemize sahip çıkmamız zor olabilir ama buy, hayatlarımızı ondan kaçarak geçirmek kadar zor değildir. Ancak karanlığı araştıracak kadar cesur olduğumuzda, ışığımızın sınırsız gücünü keşfedeceğiz.
Butik Yayıncılık
**
Yetenekli Çocuğun Dramı
Alice Miller’ın insana fenalık getirerek aydınlatan kitabı. Son zamanlarda Türkiye versiyonunu Nihan Kaya ele aldı. “İyi Aile Yoktur” isimli kitabı bir Alice Miller derlemesine benziyor.
Anne-baba ve çocuk arasındaki ilişkiyi bir güç ilişkisi olarak ele alarak, muhtaç olanın koşıulsuz sevenin çocuk olduğunu, ebeveynin, daha da çok annenin diyelim bu ilişkiyi sömürmeye yatkın olduğunu, eğer şuurlu bir insan değilse çocukta açabileceği sonsuz yaraları anlatıyor kitap. Okuduğum zaman çok etkilenmiş ve şöyle detaylı bir yazı yazmıştım: şu linkte
Şimdi ise bunların gerçeğin bir parçası olduğunu unutmadan daha şefkatli ve kapsayıcı bir yaklaşımla ele almayı tercih ediyorum. Hayat sadece siyah ve beyazdan oluşmuyor çok geniş bir gri skalası var bana kalırsa… Yine de okumaya değer, yüreği el veren için.
Profil Yayıncılık
**
Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk
Bu da insana fenalık getirerek öğreten diğer bir kitap. Okuduğumda beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Çocukluk çağında başa gelebilecek ağır travma ve ihtmalin yetişkinlik döneminde etkilerini anlatıyor psikiyatrist Bruce Perry.
Burada detaylı anlatmayacağım. Şu linkte anlatmışım. Yüreği kaldıran okusun.
https://www.haberturk.com/yazarlar/damla-celiktaban-1044/727566-kotuluk-uzerine
Koridor Yayınları
**
Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor?
İşte size fenalık geçirtmeyecek bir kitap. Ve hatta bir hayli iç açıcı. Felsefe profesörü Çetin Balanuye’nin yazdığı bu kitap benim en sevdiğim kitaplar listemde ilk onda yer alır mutlaka. Tanıdğım herkese de bir tane hediye etmişimdir.
Balanuye, Yunan Filozofu Spinoza’nın “Sevinç” kavramını incelerken kitap boyunca soruyor.
“İnsanoğlunu saf sevince dönüşmekten alıkoyan ne var?”
Balanuye diyor ki:
“Evrenin, bütünüyle kendi kendini organize eden, tümüyle gelip geçici varoluş denetimlerinden oluştuğunu fark ederek, varlıkların sürekli olarak sahnede görünüp kaybolduğu bu eşsiz kumpanyada rolümüz kadar yer almanın getireceğiz sevinci yakalayabiliriz. …
Belki de tüm yaşam, eşsiz bir senfonik bestenin canlı orkestrasında çalmak gibidir; her birimiz, her bir valık, canlı ya da cansız her bir zerre, senfoninin bütüncül melodisine katkıda bulunurken, bu sonsuz uzunluktaki konserin kaydı tutulmayacak, kimse tarafından icranın tümü yeniden dinlenmeyecektir…”
Ayrıntı Yayınları
Ve Şunlar:
Yağmura Kavuşan Toprağın Kokusu – Martin Prechtel (Butik Yay.) – Yazısı şurada:
https://hthayat.haberturk.com/yazarlar/damla-celiktaban/1075462-yagmura-kavusan-topragin-kokusu
Tanrıçalar ve Tanrıça’nın Dönüşümleri- Joseph Campbell - (İthaki Yay) – Yazısı Şurada:
https://hthayat.haberturk.com/yazarlar/damla-celiktaban/1075018-tanrica-nin-izini-surerken
Şimdilik bu kadar, yazmaktan sıkıldım… Daha sonra bir liste daha yayınlayacağım sanırım, daha çok kitabım var…
Aşk ile
YORUMLAR