Bir oğlan annesi olmak
Bir kitap okuyorum. İsmi "Kabil'i Yetiştirmek"
Habil ve Kabil... Adem ile Havva'nın oğulları, ilk katil ve ilk katledilen.
Bu kitabın yazarları profesyonel hayatları boyunca oğlan çocuklarıyla çalışmış iki psikolog. Oğlan çocukları... Her sayfasında bir aydınlanma, bir iç burulması, bir küfür ve bir dua geçiyor içimden... Ben bir oğlan çocuğu annesiyim.
Oğlanların duygusal yaşamını doğduklarından itibaren, nasıl da sistematik şekilde törpülediğimizi ve şimdi yaşadığımız, kadın erkek pek de memnun olmadığımız şu dünya düzenine nasıl vardığımızı anlatıyor, çepeçevre...
Çok basit, göze çarpmayan, kötücül bile olmayan ön kabullerimizle, büyüyünce yetişkin bir erkek olsun istediğimiz oğulları nasıl da olgun bir duygusallıktan uzak tuttuğumuzu anlatıyor. Erkeğe yüklediğimiz roller ve ona uygun görmeyerek güdük bıraktığımız yönleriyle. En çok da kendi duygularını anlama, isimlendirme ve ifade etme becerisiyle başlayan duygusal okuryazarlık kavramıyla.
(Görünmez Adam Yayıncılık)
Kitap diyor ki:
"Oğlanlar bir yandan bağ kurma ihtiyacı hissederken bir yandan da uzaklaşma gereksinimi duyar, bu da duygusal bir uçurum yaratır. Bu iki istek arasındaki mücadele çocuk büyüdükçe farklı şekillerde ifade olur. Kızları duygusal gelişime teşvik eden kültürel ortam oğlanları bundan caydırır. Erkeğin sert olması gerektiğine dair stereotipik kavramlar erkek duygularını reddeder ve duygusal yetkinliği tam olara geliştirme fırsatını oğlanın elinden alır."
Ve şöyle devam ediyor:
"Oğlanlar bu hayata duygularını bolca ifade ederek başlasalar da büyüdükçe bu ifade azalıyor"
Bir oğlan, etrafındaki yetişkinlere teknik sorular sorduğunda bu merakı için takdir edilerek cevap alırken duygusal sorular sorduğunda ise bunlar yetişkinler tarafından genellikle geçiştiriliyormuş. Buna karşılık kız çocuklarının sorduğu duygusal sorular ise yüreklendiriyormuş. Bir oğlanın, kendini ifade edebilmek için duygusal sözcük dağarcığına, kendisine zengin bir duygusal yaşamın örneklerini verecek erkek rol model görmeye ihtiyacı olduğunu söylüyor ve bu her iki ihtiyaç da erkeğe yapıştırılan toplumsal roller tarafından baltalanıyor. Duygularını ifade edecek yeterli sözcüğe sahip olmayan, bu konuda yüreklendirilmeyen oğlan çocukları büyüdükçe duygusal okuryazarlığa sahip olmayan adamlara dönüşüyorlar. Kendi duygularını analiz edip ifade edemeyen insan, karşısındaki kişinin duygularını da algılayamıyor. Sistem böyle.
Ve bu adamlar ifade edemedikleri duyguları, kendilerine en çok yakıştırılan ve uygun görülen tepkisellikle, şiddetle ya da içe kapanıp küsme ile yaşantılamaya başlıyorlar.
Sadece bu kadar değil. Özelikle eğitimin ilk yıllarında . 6-7-8 yaşlarında kız çocukları ve oğlanların arasındaki farkların sistem tarafından dikkate alınmadığından bahsediliyor. Oğlanların kızlara oranla daha yavaş geliştiği okuma- yazma, usluca yerinde oturabilme becerileri yüzünden çoğu oğlan çocuğunun tembel, yeteneksiz, sorunlu diye etiketlendiğini ifade ediyor kitap.
Ayrıca saldırganlık, tepkisel ve tehditkar olma halleri kültür tarafından oğlanlara daha çok yakıştırıldığını; bir kız çocuğu ve bir oğlan aynı sınırı ihlal ettiğinde oğlana kızın göreceğinden çok daha hızlı ve sert tepki gösterildiğinin altını çiziyor. Ki bu durumun yetişkin kadın ve erkeklerde mahkemede aynı suçtan yargılanan kadın ve erkeğin arasından erkeğin çok daha ağır bir cezaya çarptırıldığını ortaya koyan istatistiklerle de izi sürülmüş.
Bu kitabı okurken feminizm çağrılarını düşünüyorum.İçinde yaşadığımız sistemin kadını ayrı, erkeği ayrı, doğanın unsurlarını ayrı ayrı ezen hali; erkeğe dayatılan güçlü, kuvvetli, sert, tehditkar; kadına dayatılan mağdur, zayıf, güçsüz, fedakar sıfatları altında ve havayı, toprağı, suyu, ateşi insanın kontrolünde sayan ve bizden ayrı sayan anlayış ile esildiklerini; kendi özlerinden uzaklaştıklarını görüyorum. Küfürümü bu ayrılık anlayışına sallıyorum. Kabil'i yetiştirirken, sistemin kadın, erkek demeden nasıl da ezdiğini anlamak daha kolay... Kitap bu kadarla bitmiyor. Sanırım bu yazının devamını kitabı tamamen bitirdiğimde yazacağım... O zamana kadar dilimden şu dua dökülüyor:
Kadın, erkek, ateş, hava, toprak, su, bitkiler, hayvanlar ve hayatın tüm unsurlarıyla birlikte, yuvamız olan ve parçası olduğumuz gezegenle, her birimizin kendine özgü varlığıyla şekillenen yaşamın şahane senfonisi içinde biricikliğimizle yaşayabileceğimiz günlere Huuu! ...
YORUMLAR