Durdurun dünyayı, inecek var
Belgesel bir dizi izliyoruz bir süredir oğlumla beraber; ismi Sıradışı Bir Kaya... Üzerinde yaşadığımız gezegeni anlatıyor. Uzay boşluğunda fırıl fırıl dönen samanyolu galaksisinin içinde, fırıl fırıl dönen güneş sistemimizin içinde kendi çevresinde ve bizim güneşimizin çevresinde fırılfırıl dönen merkezinde sıvı ateş bulunan, ateşten tukarı doğru toprağa, havaya, suya, atmosfere vara, bu mavi, bu yeşil, bu kaya parçasını adına Dünya dediğimiz, bildiğimiz kadarıyla yaşamın insanca formunun yegane evi olan bu enteresan kütleyi anlatıyor...
İlk bölümünün konusu nefes. Yaşayabilmemiz için, her gün binlerce kes farkına bile varmadan içimize doldurup boşalttığımız hava yani oksijen yani H2O... Nasıl oluşuyor biliyor musunuz? Oksijen nasıl var oluyor? Buzun hareketi sayesinde biraz; biraz denizlerin kuruyup çöl olması ve tabanlarındaki zengin minicik varlık cesetlerinin rüzgarla okyanus aşıp Amazon dediğimiz, binlerce tür bitki ve hayvana ve hala insan kalabilmiş, gezegenin kalbiyle temasta kalabilmiş yerli halkaların yuvası olan, içinden devasa bir nehir geçen, sınırları farklı ülkeleri aşan bir ormana taşınmasıyla mesela. Tahayyül etmesi güç, şahane, imkansıza yakın mükemmellikte bir sistem ile bu dünya üzerinde içinde insanın da olduğu canlı türlerine yuva oluyor. Ateş, hava, toprak, su ve hareketin mükemmel dozlarda, mükemmel karışımlar oluşturmasıyla adına yaşam dediğimiz ve ötesini bilmediğimiz bu devinim oluşuyor. Hayran olmamak için betona tapmak lazım.
Homo Sapiens denen,(bizim bildiğimiz, olduğumuz insanın bilimsel tanımı) insan tahminlere göre 300 bin yıldır bu dünya üzerinde yaşıyor. Bu 300 bin yılın son 300 yılında ise (1781'den bu yana yalnızca 238 senede) kendini ve kendisine yuva olan gezegenin tüm kaynaklarını da tüketmek üzere hızla koşuyor.
4,4 milyar yıldır varolan şu dünyanın üzerinde
sadece son 300 bin yıldır var olan insan türü
sadece son 238 yılda
kendi yaşamı için ihtiyaç duyduğu temel kaynakları kirletmeyi, zehirlemeyi, yakmayı, bozmayı, yağmalamayı ve kendi içinde mikemmel bir sistem ile üzerinde yaşama alan sağlayan bu gezegeni kendi için yaşanmaz hale getirmeyi başardı.
Farkında mısınız? Bu gidişle bu gezegende yaşayamayacağız. Yaşayabileceğimiz başka bir yer de henüz bulmadığımız ve araştırma kapasitemiz de hala kendi güneş sistemimizle sınırlı olduğu için bu gidişle tükenip gideceğiz. Öyle görünüyor.
Evrenin varlığı ve yaşam denen olgunun devamı açısından büyük bir önem arz etmeyecek bu tükenme. İnsan olmasa da yaşam kendini var etmeye, galaksiler, güneşler, yıldızlar, gezegenler ve uydular fırıl fırıl dönmeye devam edecekler. Biz göremeyeceğiz. Çocuklarımız göremeyecekler. Onların çocukları göremeyecekler.
Neden? Tükettiğimiz için tükeneceğiz de ondan.
İhtiyacımız olmadan satın aldığımız her bir şey ile,
Zehirlediğimiz her nehir,
Yanan, kesilen her ağaç ile,
Altın peşinde oyulan tüm dağlar,
Daha hızlı yaşamak için yapılan tüm yollar,
Bizi esir eden ve elektromanyetik alanı işgal ederek beynimizi pişiren tüm kablosuz ağlar ile,
Monokültür tarım ile fukaralaşan, ilaçlara boğulan topraktan ürettiğimiz her gıda ile,
Ne biçim bir hayat yaşadıklarına aldırmadan yediğimiz hayvanların etleri ile,
üst üste kutular halinde koyduğumuz, daha çok enerji ihtiyacı olan ve toprak ile bağımızı kesen evler ile,
insan için değil otomobil için tasarlanmış şehirler ile,
altın, pırlanta, petrol için sattığımız her bir doğa parçası ile tükeniyoruz...
Küresel ısınma bu demek.
Kuyunun dibi
Kendimizi doğanın patronu ilan etme gafletine düştüğümüz,
kitlesel dinler ile kendi içimizde ilahi parçadan ayrı düştüğümüz,
aşırı üretip şuursuzca tüketme tuzağına düştüğümüz
ve tüm bunları gerçek hayat sandığımız andan beridir tükeniyoruz.
Kazdağlarına ağıtımız da bundan,
Salda gölüne dokunma diye isyanımız da,
Ve şimdi dünyanın öbür ucu sandığımız koca ormanın tutuşması da bundan...
Yaratıcı Ruh'tan ayrı düşmüş insanın gaflet uykusundan uyanamamasından...
**
Kızkardeşlerimle konuşuyoruz, acıyarak, derin bir üzüntü ve yas var içimizde. Kimi koşarak gidiyor Kaz dağlarında ritüeller yapıyor. Kimi nehir kıyısında suya şarkı söylüyor, kimi davul çalarak teşten sönmesini diliyor, kimi yağmurlara yalvarıyor yağsınlar diye, kimi ağaç dikmek için çevresini örgütlüyor, kimi ağaç diken kuruluşlara destek olmak için gayret ediyor... Herkes, kendi meşrebince ve becerisince içimizde ve dışımızda yanan bu yangının bir zerresini söndürmeye uğraşıyor...
İngilizceden çevirerek aşağıya eklediğim şu metin; kızkardeşlerimin Amazon'da yaşayan kardeşlerinden birinden geldi... Anlayan anlamayana anlatsın; yapabilen elinden geldiği kadarını yapsın...
Amazon'dan gelen mesaj:
Yangınlar sürerken Amazon'dan şu mesaj alındı. Bize bir deri değişiminden geçtiğini, yılanın deri değiştirmesi gibi, şiddet ve adaletsizlikle örülü derisini değiştireceğini; merkez galaksinin güneşiyle arasında bir kanal açıldığını ve oradan her iki kutuba doğru gelen ışığı ve ateşin kutuplar arasındaki gezegensel, evrilme ile bağlantılı olduğunu aktarıldı. Amazon bizden şunları yapmamızı istiyor:
Amazon ve Merkez Galaksinin Güneşi arasında beyaz katmanlar olduğunu görselleyelim...
Toplu meditasyonlarımızda balinaların huzur ve sakinlik içinde dünyanın çevresinde süzüldüklerini gözümüzün önünde canlandıralım.
Amazon'da yaşayan yerli kabilelerin hareketlerini taklit ettiğimiz dans çemberleri kuralım. Brezilya bölgesini gözümüzün önünde canlandırarak, yumuşak ve emin adımlar atarak yeryüzünün nabzıyla bağlantıya geçelim.
Kalbimizdeki alevlerin hareketlenişini hissedelim ve bu sayede onun kalp atışlarını hissedip ve destekleyelim.
Kadınlar rahimlerine yerleşmiş öfkeyi dindirsinler ve bunu da ellellerini karınlarına, rahimlerinin üzerine yerleştirip sevgi yayarak yapsınlar. Bu sayede yeryüzündeki içsel ve dışsal suların akışı rahatlasın...
Ayrıca Amazondaki yangının ormanın güç merkezini savunmasız hale getirdiğini ve Dünya'nın bu merkezi titreşimi koruyabilmesi adına bizlerin dans etmesi gerektiğini ekliyor. Elimize bir avuç toprak alarak bölgeyi sembolik olarak koruma altına almamızı ve onun kabuğunu onarmasını sağlamasına olanak tanımamızı istiyor.
İçinde bulunan tüm renkleri hayal ederek bölgedeki sonsuz çeşitlilikte tezahür etmiş yaşamı algılamamızı istiyor.
**
Başka bir kızkardeşimin hocasının ifadesinde olduğu gibi:
"Titanik batarken çalmaya devam eden orkestra biziz"...
bu böyle olsa da üzerinde yaşadığımız, evimiz olan, çocuklarımızın evi olan bu Sıradışı Kaya'ya maddi ve manevi ne gerekiyorsa, elimizden ne geliyorsa yapmak yükümlüyüz.
O yüzden: Aho Mitakuye Oyasin - We are all related - Hepimiz birbirimize bağlıyız!
YORUMLAR