Yaşamak ya da hayatta kalmak
Köşenin konsepti anne-çocuk olunca başka konulara girmezmişim gibi hissediyorum... Sonra düşünüyorum, ilgisiz gibi görünen konuların da aslında çocuk mevzuuyla bir hayli alakadar olduğunu...
Su mesela...
Kuraklık ve buna paralel oluşan ani su baskınları, sellerle gittikçe yaşanması zor bir iklime doğru meylediyoruz. (Yazıyı yazarken İSKİ’nin sitesine baktım. Doluluk oranları gözükmüyordu. İlgili sayfa kaldırılmış. İSKİ’yi aradım; İstanbul’daki doluluk oranının yüzde 15.35 olduğunu bildirdiler.) Hâlâ birileri otoyol kenarlarına çim döşüyor ve oraları suluyor. Hâlâ birileri her hafta cipini yıkatıyor.
Gıda fiyatları...
Senenin başından beri süren kuraklık, kendini gıda fiyatlarında da ortaya koyuyor net bir şekilde. TÜİK’ten yapılan açıklamaya göre, ağustos ayında limon yüzde 34.68 zamlandı. Salatalık yüzde 21.01, domates yüzde 18.37, kabak yüzde 11.27, yumurta yüzde 9.45, mercimek yüzde 5.37 ile fiyatı en fazla artan gıda ürünleri.
Felaketler ardı ardına...
Gün aşırı felaket haberleri duyuyoruz uzunca bir süredir... Başlangıcını ben unuttum açıkçası. Yenilerin ardı arkası kesilmedikçe, eskileri hafızanın derinliklerine itiliyor mecburen. Geçen hafta çöken üstgeçit (Kamyon neden üstgeçide çarpar, o üstgeçit nasıl yıkılır?), 10 işçinin canına mal olan asansör felaketi (İş kazalarında ölmek ülkenin fıtratında mı var?).
Savaş gerçeği...
UNICEF’in raporuna göre Suriye savaşından 5.5 milyon çocuk etkilendi, 10 bin çocuk savaşta öldü. Toplam 8 bin çocuk iç savaşta anne, babası ve ailesini kaybederek kimsesiz kaldı. 450 bini Türkiye’de olmak üzere 1.2 milyondan fazla çocuk, komşu ülkelerde mülteci olarak yaşamak için ülkelerini terk etti. Türkiye’ye gelen Suriyeli mülteci sayısı ağustos ayı itibarıyla 1 milyon 370 bin. Bunlardan 220 bini 10 ilde oluşturulan 24 mülteci kampına yerleştirildi. Geri kalan 1 milyon 150 bin kişi yıkılmak üzere olan binalarda, otoyol kenarlarında, sokaklarda dileniyorlar. Etrafınıza dikkatli bakın, onları göreceksiniz.
Öteki su...
Diğer konuların yanında hafif kalacak ama bir de öteki suyla olan ilişkimiz var. Her yanı denizlerle kaplı şehr-i İstanbul’da denizle alakamız vapurdan martılara simit atmakla sınırlı. Denize sınırı bile olmayan birçok ülke “kıytırık” göllerini temiz tutup oralarda yüzerken, biz ayağını denize sokmak isteyen çocuğumuza “Aman mikrop kaparsın, yapma” diyoruz. Kadıköy Belediyesi’nin sahillerde yaptırdığı tahlil sonuçlarına göre sınır değeri en fazla 200 olması gereken e.coli sayımı Caddebostan plajlarında 2 bin, Moda Deniz Kulübü’nde 3 bin, Fenerbahçe Burnu’nda 30 bin, Kalamış Marina’da 20 bin, Yoğurtçu Parkı bitiminde ise 150 bin. Tahlillerde ayrıca denizde hiç olmaması gereken ve bağırsak enfeksiyonlarına neden olan diğer bakteri grupları da tespit edildi. Denizin içine edebileceğimiz kadar etmişiz anlayacağınız.
Kadının adı gittikçe daha da yok oluyor...
Doç. Dr. Bilge Yağmurlu, Birgün Gazetesi’ndeki köşesinde İTÜ Geliştirme Vakfı Okulları’nda liseye giden kız öğrencilerin etek giymesinin yasaklandığını yazmış ve bu haberi “Kız öğrencilerin pantolon giymesi bir muhafazakârlık sembolü haline gelmeye başlıyor, bacak gösteren etek ise ahlakçı ve baskıcı zihniyetle yasaklanıyor” şeklinde yorumlamış. Ülkemizde kadına yönelik baskının ve müdahalenin de ardı arkası kesilmiyor. Sokakta gülmesi, hamileyken gezmesi, kız arkadaşlarıyla tatile çıkması, saçı, başı, eteği, bacağı, kaç çocuk doğuracağı bir türlü gündemden düşmüyor.
Sonuç...
Geçenlerde biri söyledi: “Türkiye’de yaşanmaz, ancak hayatta kalınır” diye... Pek doğru söyledi. İşte bütün bunların çocuklarla ilgisi var!..
YORUMLAR