Sistemlerin üzerimizdeki etkisi

Sistemi kuranlar kurdukları sistemin çökebileceğini öngörmüştür, değil mi?


Tarihe bakıp insanlara hizmet etmeyen her durumun, kendini değişmeye mahkum ettiğini fark etmişlerdir, değil mi?


Hayattan kopuk, izole yaşayan biri değilim. Herşeyden önce işim hayattan kopuk yaşamama uygun bir iş değil. Hukuk alanında çalışıyorum, iletişim üzerine eğitimler veriyorum. Kendimle ve kişilerarası bağlantıyı önemsiyorum. Bu sebeple, sıklıkla, bağlantı kurayım ya da kurmayayım, insanlarla etkileşime giriyor ve dikkat alanıma giren kişileri gözlemliyorum.


Toplu taşıma kullandığımda, hastaneye gittiğimde, adliyede, belediyede ya da herhangi bir yönetim sisteminin olduğu yerde en çok dikkatime gelenler; yüzlerinde donuk bir ifade olan kişiler. Belki sen de onlardan birisindir. İşini yaparken kendini nasıl buluyorsun? Keyifle, neşeyle, canlılıkla mı çalışıyorsun? Her gün yatağından kalkıp güne başlarken kendine neler dediğinin, nasıl hissettiğini ve bedeninde neler olduğunun farkında mısın?


Belki bütün gece dişlerini sıkmışsın ve çene ağrısı ile uyanıyorsun. Belki tüm gece uykunda kendini sıkmış, omuzların içe doğru dönmüş, bedenin katılaşmış, ayakların uyuşmuş başlıyorsun güne ve kendini sürükleyerek fiziksel ihtiyaçları karşılamak için banyoya, mutfağa gidiyorsun.


Bedenin böyleyken zihninde hangi düşünceler sana eşlik ediyor?


Off yine sabah oldu. Hadi çalışmak zorundasın, kaldır kendini! Bugün işe gitmesem ne olacak ki? 5 dk daha uyusam ve duş almadan gidersem kimse anlar mı? Duş almadan işe mi gidilir! İyice pasaklı oldun! Hoş görünmek için kalk, hazırlan! Tembelliği kes! Çalışmak zorundasın! Bu ve benzeri cümleleri kuruyor olabilir, kendini zorlayarak işe gidiyor olabilir, çalışma alanına söylene söylene geçiyor olabilir ve kendini otomatiğe alıp bir robot gibi yapılması gerekenlere odaklanıyor olabilir, birileriyle konuşmamak için yüzünü asıyor, sadece ekrana bakıyor ya da işin neyse onu yapıp akşam olsun diye gözünü saate dikiyor olabilirsin.


Belki az çalışanlı bir şirkettesin, belki bir kamu dairesinde, çok fazla kişi ile temas ediyor olabilirsin. Yazarken içim daraldı, kendi deneyimlerimi hatırladım, çünkü ben de böyle bir döngünün içinde 10 yıl çalışmıştım.


İnsanın rahat olmadığı bir işte çalışması iki beden dar kıyafetle haftalar geçirmesi gibi. İki hafta daha geçse kangren olabilecek bir beden parçasının, uyuşukluktan kan dolaşımının olmadığını anlayamamak gibi.


Ve içerden talimat veren zihinin sesi; dayan, dayan, dayan! Dayanalım dayanmasına da, her sabah kendinden haber veren gergin bedenlerle, çatık kaşlar, asık suratlarla hayatı idame ettirmek yaşamak demek olmuyor ki?! Nereye kadar dayanalım? Bu dayanmanın sınırını nasıl bilelim?


Nerede “tamam ya, buraya kadar!” diyelim?


Bu soruların cevabı bedende.


Bedenle bağ kurmanın yolunun anahtarıdan geçen yazımda bahsetmiştim. David Weinstock’un İhtiyacın Olana Dönüşmek Kitabı. Basit, pratik, uygulanabilir bir yol. Bedenin sınırlarını bilmek seçim yapmada kıymetli bir anahtar.



Evet, bireysel hayatlarımızda kendi sorumluluğumuzu alıp mutsuzluğumuzun ardındaki seçimlerimize bakalım, çocukluk travmalarımızı araştırıp iyileştirelim. Bununla beraber, şu anki mutsuzluk döngülerimizin sadece çocukluğumuzdan geldiğini, travma temelli olduğunu düşünmek de yanılgı olabilir gibi geliyor bana.


Sistemin üzerimize çökerttiği onca yükün altından kalkmakta zorlanan insanlar olarak en yakınlarımıza dayanmak istiyoruz ve en yakınlarımız da aynı sistemin ağırlığı altında çökmüş durumda, bunu belki anımsayamıyoruz. Yakın ilişkilerimiz, hangi seviyede yakınlık olursa olsun, derinleşemeden yüzeyde kalıyor ve ilişki sıkışıyor, ilişki içinde ilişkinin tarafları sıkışıyor. Sıkışan enerji daima sorun olarak açığa çıkıyor. Ve neyse ki sorunlar, çatışmalar, anlaşmazlıklar her zaman dönüşümün ilk hareketi oluyor.


Daha ferah bir hayat yaşamayı özleyenler, yüzü daha çok gülen insanlarla bir arada olmak isteyenler, birbirimize bağların kıymetini bilenler ilk hareketi başlatıyor.


Aslında vatandaşının nasıl bir refah seviyesinde yaşayacağı, ülkelerin yönetimsel sisteminin ve kurumlarının işi. Mesela bakanlıklar, belediyeler bu konuları düşünüyor ve projeler üretiyor ve pilot bölgelerde uygulayıp sonra hayata entegre ediyor. Ve yine de mutsuz insan sayısı oldukça fazla. Acaba neden böyle diye düşünen insanlardan biriyim.


Sebebinin tahakküm odaklı sistem olduğunu biliyorum. Politika konuşmuyorum, ülkeyi kimin yönettiğinden, hangi partinin iktidar, hangi partinin muhalefet olduğundan bahsetmiyorum. Global bir durumdan bahsediyorum. Gücü kullananın, gücü kullanma biçiminin altında ezilen bizlerin bunu fark etmesini önemsediğim için bu konuya değiniyorum.


İnsanın fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarını göz ardı ederek geliştirilen projelerin sürdürülebilir ve verimli olmamasından bahsediyorum. Vatanı oluşturan kişilerin halinin ardındaki bu gerçeğe vurgu yapmak istiyorum. Acaba bu durum daha çok görülse ve tutulsa, dönüştürmek mümkün olur mu diye yazarak düşünüyorum.


Bindiğim tramvayda yanımda oturan kişinin üzerime yıkılan halinden etkileniyorum. Hastanede sıra beklerken önüme geçen kişiden etkileniyorum, aynı işyerinde gönülsüz çalışan mesai arkadaşımın halinden etkileniyorum. Komşumun sabahın 5’inde işe gitmek için uyanıp çıkardığı seslerden etkileniyorum. Trafikteki araçların sayısından, şehrin gürültüsünden etkileniyorum. Farkında mıyım?


Bedenim günden güne sıkıştıkça fark ediyorum. Bedenim sıkıştıkça ifadelerim sertleşiyor, ifadelerim sertleştikçe anlaşmazlıklarım büyüyor, anlaşmazlıklarım büyüdükçe yaşam kaosa dönüyor. Kaos arttıkça kaçıp gitme isteği geliyor.


Oysa biz insanlar, birlikte ve birbirine bağlarla yaşamak için yaratılmışız. Bireysel gelişim, değişim ve dönüşümlerimizde derinleştikçe sistemin baskısından sıyrılmanın yollarını bireysel olarak bulabilecek olsak da özlemini duyduğumuz şey toplumsal olarak dönüşmek. Böylece insan olmanın onuru ile, herkesin ihtiyaçlarının eşdeğerli olarak karşılandığı topluluklarımızda, birlikte ve birbirine bağları gözeterek değerlerimizle uyumlu hayatlar yaşayabiliriz.


Benim umudum, niyetim ve yolum böyle.


Tüm bu yazdıklarım sana nasıl geliyor, paylaşmak ister misin?


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.