Anlamak için sormak
Kendimi bildim bileli odağımın bir yerinde iletişimde olduğum kişiyi anlama çabam vardır. İçimdeki sesler, sebebini anlayamadığım bir durum yaşadığımda “Neden öyle dedi, acaba ne demek istedi? Şimdi ne yaptım ben ki bana şunu-bunu söyledi? Arayacağım dedi ve kaç saat/gün/hafta oldu aramadı? Ortalığı kırıp dökecek, kapıyı çarpıp çıkacak, mahalleyi inletecek kadar bağıracak, telefonlara günlerce cevap vermeyecek kadar ne dedim ben şimdi? Keşke öyle demeseydim, azcık dilimi tutsaydım.” benzeri cümlelerle hiç durmadan konuşur.
İçimdeki anlama çabası beni içsel radarlarımı açık tutmaya, gördüğüm yüz ifadeleri üzerinden insanları okumaya yönlendirmiş. Yüz ifadelerini okuma konusunda kendimi becerikli bulurum. Kaşları birbirine yakınlaşmış kişiler kızgındır benim için. Dudakları aşağıya düşmüş kişiler suratı asık, bir yanağı kulağına yaklaşanlar dalga geçen ya da memnuniyetsiz kişilerdir. İki dudak kenarı kulaklarına yaklaşan kişiler güler yüzlüdür. İçimdeki genellemeler bu yaşıma kadar biriktirdiğim yüz okuma/analiz etme repertuarından geliyor. Tahminlerimin doğru çıktığı anlarla, kendimi haklı bulduğum anların toplamı, yanlış alarm: bilemedin anlarından daha az.
Bu yazıyı benzer soruları/yüz ifade okumalarını hayatınızdaki ilişkilerden birinin içindeyken sizinde sorduğunuz/yorumladığınız varsayımı ile yazıyorum. Ortak kültür ve kolektif hafıza bizi böyle biçimlenmeye yöneltti. Zihnimiz düşünmek, anlamak istiyor, bu zihnin işlevlerinden. Hayatta kalmak için anlamaya, en iyi yolu bulmak için analiz etmeye kodlanmışız. Zihnimiz güçlendikçe sezgilerimizden uzaklaşmışız. Bir çoğumuz sezgilerimizle bağlantı kurmadan yetişiyoruz.
Parlak zeki zihinler olarak güçlü analitik beceriler geliştirmek üzerine yetiştiğimizden zihinlerimiz hep aktif ve haliyle ilişkilerimizde sebep sonuç ilişkisi arıyoruz. Anlayıncaya kadar didikleyenlerin, anlamak için durmadan soru soranların, açıklama üstüne açıklama yapanların ve çok kelime ile konuşarak kendini daha iyi ifade edebileceğini düşünenlerin sayısı epey fazla. Ben de o kişilerden biriyim. Bazılarının yapısal özellikleri böyleyken bazılarının yapısal özellikleri de neredeyse hiç konuşmamak üzerine. Kendi içinden yaptığı değerlendirmeleri dışarıdan ifade ettiğine şahit olamadıklarımız, zihin okuma becerisi geliştirmemizi bekliyor gibiler.
Hepsi insanlığımıza dair. Eleştirel bir yerden yazmadığımı yeniden belirteyim.
Benim odağım hala neden böyle sorusuna cevap bulma çabasında. İnsan olmaya dair çok kıymetli bir konuşma becerisine sahip iken bu beceriyi kullanmak ve geliştirmek yerine karmaşık ve komplike olana yönelmeyi beceriyoruz.
Zihnimin anlama çabasını kenara park edip kalbime "neyi özlüyorsun?" diye soruyorum. Kalbim "anlamak" diyor. Kalbimin özlemi anlamak.
Zihnim beni manipüle mi edecek diye kendime-kalbime soruyorum; Anlayınca ne olacak?
"İlişkilerim içinde duygusal olarak güvende hissedeceğim" diyor.
Belirsizlik içinde kaldığım her an sinir sistemimin durumu tehdit olarak algılayıp kendini güvende hissetmek için sahip olduğu tüm savunma becerilerini devreye soktuğunu biliyorum. Yorumlarımın, analizlerimin, yargılarımın kaynağında bu var. Bununla beraber tahminlerim, varsayımlarım, inandığım doğrular her zamanda doğru çıkmıyor. Bunu da hatırıma getiriyorum.
İçimde merak yükseliyor, anlama çabamın ardında duygusal güvenlik ihtiyacım varsa soru ve düşünce sarmalında dolanmak, kendi kendime senaryolar yazmak, analizler, yargılar, değerlendirmeler üretmek yerine ne yapabilirim?
Tam burda Marshall Rosenberg’in Şiddetsiz İletişim bakış açısı kalbimden tutuyor.
Kaşlarının birbirine yaklaştığını görüyorum (gözlem), kendimi tedirgin hissediyorum (duygu), seni anlamaya ihtiyacım var ya duygusal olarak güvende olduğumu bilmeye ihtiyacım var (ihtiyaç). Bana halinden 2 cümle ile bilgi verir misin? (rica)
Bu yaklaşım bana çok özgürleştirici ve ilişkiyi dengede tutucu geliyor. Zihnimin yazdığı-yazacağı onlarca senaryodan özgürleşmek, "gerçek ne?" diye anlama çabasına düşmek yerine sormak ve dürüstlük temeline kurulmuş bir ilişkide “yok bir şey” şeklindeki geçiştirme cevabından öteye geçip görünenin ardındaki hakiki içsel canlılıkla bağlantı kurmaya kapı aralayacak cevabı almak.
Anlamak için sorulara boğmaktan, olanı saklamak için söz kalabalığı yapmaktan çok daha etkili bir yol anlamak için sormak.
Kendinizi olanı objektif bir gözlemle, kendi duygu ve ihtiyaçlarınızla bağlantılı olarak ifade edecek ve hayatınızı zenginleştirecek olanı isteyecek beceriler geliştirmek için desteklemenizi tüm kalbimle öneririm.
Doyurucu ve anlamlı ilişkilerin ve barışçıl bir dünya yaratmanın yolunun buradan geçtiğine inanıyorum.
Farkındalıkla...
YORUMLAR