Ölüm, doğum olmadığında gerçekleşir

Yaşım 50 oldu. Kalbin ve aklın ayrı değil, aynı realitenin parçaları olduğunu sezinlemeye başlamam 35’imi bulmuştu; hayatımın en kıymetli keşiflerinden biridir.


Sizin içinizde kalp ve akıl kelimeleri nasıl yankılanıyor? Benim büyüdüğüm Batı kültüründe bu ikisinin yeri ayrıdır; kalp, daha çok duygularla ilgiliyken, mantık yürütmek aklın işidir. İlginçtir ki doğu felsefesinde tanımları farklı yapılır. Mesela Budistler aklı işaret ederken göğüs bölgesini gösterirler. Akıl, Zen ustası Suzuki Roshi’nin söylediği şekliyle “büyük akıl”, kişilerden büyüktür, evrenseldir ve çevremizdeki dünyaya karşı açık olma halidir. Kalp ise diğer insanlar ve dünya tarafından dokunulduğumuz yerdir ki, işte tam burası açık olma halimizle yani akılla doğrudan ilgilidir. Dokunulmaya izin vermenin sonucu ise kişileri olduğu haliyle görebilmek, kabullenebilmek ve şefkat kapısını aralamaktır.


Göğüs bölgemi, hem aklımı hem kalbimi işaret ederek gösterebildiğim bir iş yapıyorum son yıllarda. Yas ve Ölüm Eşlikçiliği. Ölüme yakın kişilere ve yakınlarına veya herhangi bir kayıptan ötürü yas yolculuğunda olan insanlara yoldaşlık ediyorum. Bir danışanım bir keresinde Yas Ebesi demişti benim için, evet aynen öyle. Doğumun ebesi olduğu gibi ölümün ve yasın da ebesi olabilir.


Verdiğim iki çift kulak, büyük akıla ulaşma niyeti ve dokunulmasına izin verdiğim kalbim. Sunduğum bunlar.


Acılarının boylarını aştığını gördüğüm insanlarla birlikteyim. Yas ve ölüm öyle büyük ustalar ki kaçacak veya görmezden gelecek bir yer bırakmıyor dokunduğu kişiye. Mecburen içinde kalınıyor, başka yolu olmadığı için. O anlamda bu bir cesaret işi değil, teslimiyet hali. Bu teslimiyet haline çoğunlukla zarafet diyorum. Zarafet taşlarının birlikte örüldüğü dipsiz kuyular burası. Kelimelerin iplerinin yetmediği derinlikte kuyular. Bu boyumu aşan acılarda savrulmadan nasıl kalıyorum? Karşımdaki kişinin kalbime dokunmasına, onu uyandırmasına izin veriyorum. Karşımdaki kişinin acısı, kendisi farkında olmasa da karışıklık ve netliği aynı anda içinde taşıyor. O karışıklığı duymak ve hatta kendi kalbimin karışmasına da izin vermek ama aynı zamanda tüm o karışıklığın altındaki zarafeti görmek; ben de onunla bu dipsiz kuyunun içindeyim. Teslim oluyorum.


İfade edilmeyen yasların, görülmek adına ileride neler yapabileceğini biliyorum. O yüzden, yasınızla konuşun diyorum. Soruyorum "yasınız size ne diyor?" diye. Cevapları duyuyorlar. Şaşırıyorlar, şaşırıyoruz birlikte.


Biliyorum. Bunun içinden geçecek. O doğum olacak. Önce ölecek sonra doğacak.


Doğumu konuştuğumuz zaman çoğunlukla dokuz aylık gebelik sürecini takip eden fizyolojik doğumdan bahsederiz. Hâlbuki geniş anlamıyla doğum sadece tek bir eylem değil bir süreçtir. Hücresel seviyede hücrelerimiz sürekli bir doğum halindedir. Ruhsal anlamda hayata bakışımız durmadan değişim halindedir. Ölüm, doğum olmadığında gerçekleşir. Onlar, doğuyorlar. Çıkacaksınız bu kanaldan diyorum. Başka bir şeye dönüşerek çıkacaksınız.


Doğum ne kadar doğal bir süreç değil mi? Doğum olmasa yaşam olmaz. Ölüm olmasa da yaşam olmaz. Her ikisinin her an, yeniden ve yeniden yaşamı nasıl inşa ettiğini görüyorum. İşte burada her şey eşitleniyor. İyi, kötü yok. YAŞAM var. Bunu fark ettiğimizde dokunabiliyoruz o büyük akıl’a.


O doğum oluyor, o ölüm de. İsteyelim veya istemeyelim. Doğumun ve ölümün varlığı kendimizi uyuşturduğumuz toksik bir masal değil de, elimizi göğsümüze götürmemize sebep olan bir gerçeklik olsun diye dua ediyorum.



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.