Gönülden vermek

Rahmetli dedem hikâye anlatmayı pek severdi. Gelen konuklarla sohbet ederken, konuşmanın gidişatına uygun hikâyeler bulur, keyifle onları anlatırdı. O zaman küçüktüm; hikâyeleri aklımda kalmadı ama dedemin geleneği devam ediyor, ben de yeri geldiğinde kendi hayatımdan hikâyeler anlatmayı çok seviyorum.


1997 yılına ışınlanıyoruz, Çıralı’daki Flora Pansiyon’un bahçesi, Şubat ayı… Ev sahiplerimiz seralarını, katırı ile sürmesi için adından çok lakabıyla tanıdığımız “Azap” amcayı davet etmişler, o da karısı ile birlikte gelmiş, serada çalışıyorlar, biz de seranın hemen yanında olduğumuz için seslerini duyuyoruz. Derken ev sahibimizin hanımı Fatmana elinde tava ile beliriyor, tam öğle yemeği hazırlayacakken tüp bitmiş, o da tavaya yumurta kırmış, bizde pişirebilir mi acaba diye soruyor. “Tabii pişirebilirsin de, bizde yemek var, bize gelsinler, bahçede yesinler, hiç uğraşma şimdi pişirmekle filan” diyoruz. Birazdan Azap amca ve karısı geliyor, dut ağacının altındaki masada oturuyorlar ve yemeklerini yemeye başlıyorlar.


Biz o sırada mutfağın önündeki masamızda oturuyoruz, kim bilir kitap mı okuyoruz, taze havayı koklayıp etrafı mı seyrediyoruz ne yapıyoruz o sırada hatırlamıyorum ama arkadaşıyla yoldan geçmekte olan bir turistin aniden durup içeri doğru yürüyüşünü, masaya eğilip tabaktaki yemeklere bakışını ve hayretle ne olacağını izleyen bize doğru yaklaşıp sorduğu soruyu çok iyi hatırlıyorum:


“Biz de bu yemekten yiyebilir miyiz?”

Tabii ki! Hemen diğer dutun altına masa hazırlıyoruz ve lahana yemeği, bulgur pilavı ve yoğurttan oluşan öğlen menümüzden onlara da sunuyoruz. Yemeklerini bitirdikten sonra sohbet ediyoruz, meğer Carla vejetaryenmiş, bir yoga grubuyla Çıralı’da bir otele gelmiş, sebze kokusu burnuna çalınınca sapıvermiş bahçeye.


Bir ara ellerini yıkamak için içeri giriyor Carla arkadaşıyla ve içerden çığlık sesleri geliyor, ne olduğunu merak ediyoruz ve dışarı çıktıklarında durumu öğreniyoruz. Tuvalete ulaşmak üzere koridorun ucuna doğru yürürlerken, bir odanın açık kapısından içerideki elektrikli radyatörü görünce pek sevinmişler, kaldıkları otelde ısıtma olmadığından çok üşüyorlarmış, bizde kalabilirler mi diye soruyorlar. Tabii ki!


O akşam Carla ve arkadaşı bize kalmaya başlıyorlar ve peşlerinden grubun devamı on kişi daha o akşamdan itibaren Carla’nın kaldığı bir hafta boyunca her gece bize yemeğe geliyorlar.


Carla ile pek anlaşıyoruz, bizim yemek tarzımızı çok beğeniyor, ülkesine dönünce bize hoşlanacağımızı düşündüğü bir kitabı hediye yolluyor: “Food Your Miracle Medicine”. O kıştan bahara geçerken hangi yiyeceğin içinde neler var ve nelere iyi gelir, yiyeceklerdeki antioksidanlar, vitaminler, minerallerle ilgili üniversitelerde yapılmış son araştırmaların sonuçları hakkında pek çok yeni bilgi sahibi oluyoruz, ufkumuz genişliyor. Kırmızı şaraptaki resveratrolü, domates ve karpuza rengini veren likopeni, yeşil çaydaki kateşini o kitaptan öğreniyor; o zamandan beri ülseri olana lahana suyunu, kolesterolü yükselmişe avokadoyu tavsiye ediyoruz.


Bir tabak yemek bize neleri getiriyor, bizi nerelere götürüyor?

Hikâyelerin güzelliği burada sanırım, ancak uzuunun uzun anlatılabilecek bir şeyi kısaca anlatıveriyor, üstelik kalpte yer ediyorlar; kıssadan hisse de dinleyenlerin, okuyanların kendisine kalıyor.


Koşulsuzca ve korkusuzca vermenin bereketi üzerinize olsun…







YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.