Kıtlık algısı…
Kıyamamak ne demek? Bir güzelliği bozmaya, ona zarar vermeye içi elvermemek gibi şeyler geliyor ilk anda aklıma.
Çıralı’dayken bahçe otlarını köylülerimizden öğrenme fırsatı bulmuş, yiyecekleri tat ve koku yumağına boğan o güzelim otlardan bahçelerde gezip bolca toplamıştım da afiyetle yemiştik. Flora’nın şimdiki yerine ilk geldiğimiz zamanlar, Çıralı’ya göre miktar olarak daha az ve cılız otlarla karşılaşınca, elim gitmedi bolca toplamaya, ya hiç toplamadım ya da hep az az topladım. Bahçenin çiçeklerinden o kadar ara sıra derleyip bir vazoya koydum ki. Şimdi yazarken fark ediyorum ki, sanırım şu kalıbı rahmetli İnci teyzemden kopyalamışım: “Ben vazoda çiçek sevmem.” Demek ki o da kıyamazmış canlı çiçeklerin dalından koparılıp bir anda vazoya girmesine. Bu kıyamama hallerimin bir nedeni de bu kalıp olabilir mi?
Kalıplarını kırmaya niyet etmiştin ya Ayşecim, korkma kırmaya devam et, bu seferkilerin içinde hazine saklı!
Bu sabah bir yazı günü klasiğim olan“bu hafta ne yazacağım acaba” hallenmelerimden pek de kısa sürede geçtim maşallah. Yeğenim Batuhan ve arkadaşlarını erken saatteki uçaklarına yolculadıktan sonra “yatmayayım da yazayım bari” diye niyetlendim, ama önce serbest bırakmak, suyla arınmak.
“Ulen belki de yine tuvalette ilham gelir” diye milisaniyelik dilek tutmuşum sanki, elimi yüzümü yıkarken geldi arkadaş: “Artık şu erteleme yazısının zamanı geldi bence Ayşe!”
Gelene “buyur” denir, gelsin bakalım! Eee, hayat işte, “defteri kalemi alıp ormana yollanayım” derken eve dönüp bilgisayarı açmak farz oldu. Günlerdir görünür olma korkumu yazsam diye düşünürken şimdi gelene bakın, ertelemecilik, son dakikacılık! Haydaa! Şimdi yazmasam olmaz.
Ahahah Ayşeciğim ilahi, bu aralar pek sık yakalıyorsun kendini!
Yaa, hamdolsun Ayşeciğim, kırık omzumu seviyorum, ona şefkat gösteriyorum, onunla konuşuyorum, ona soru soruyorum ya sıkça, kendimle daha iyi bağlantı kurmaya başladım, ondandır. Yayın kalitesi artıyor haliyle!
İyi de ben ertelemecilikle ilgili yazmak üzere eve yollandım, yazı kıyamamakla başladı, adı kıtlık algısı, şimdi nerelere varacağız bakalım.
Bir arkadaşımız et yemekle ilgili şöyle demişti: “Belki hayvanlar da bizimle bütünleşince döngülerini tamamlıyorlardır, nasıl ki güneşten besleniyor tüm canlılar, otlar güneşle büyüyor, kuzunun varlığında bütünleşiyor, varoluş amacını tamamlıyor, kuzuyu da insan yiyince aynı şey oluyor, mutlu oluyor belki de ot da hayvan da, varoluş amacına ulaşmış oluyorlar.” Bu açıklama o zamandan beri iyi gelir. Programlandığı bir döngüde besin oluyor bir kayısı mesela; arıların, sineklerin, solucanların ve insanların varoluşuna hizmet ediyor bir anlamda.
Sen Ayşeciğim, bunca zaman bahçedeki her türlü canın varoluşuna hizmet etmelerine niye izin vermedin o zaman, bahçenin armağanlarını neden almadın?
Cevap : “Kıyamadım!”
Sanki bitecek, kalmayacak! Hep bunlar kıtlık korkusundanmış! Allahın otu bol, üstelik topladıkça çoğalabiliyor olmaları daha da mümkün, hem zaten çiçekler sevince çoğalıyor diyordun ya Ayşecim, böylece o sevdiğin otları toplarken, çiçeklerle daha çok zaman geçirmiş olursun, daha da çoğalırlar.
Belki para da harcadıkça çoğalıyordur, verdikçe çoğalan sevgi, yendikçe salkım salkım dallarını çoğaltan dut ağacı, paylaştıkça çoğalan hayaller gibi. Belki de para da güzel şeylere hizmet ederek varoluş amacına ulaşıyordur…
Armağanlarımızı vermek, armağanlar almak. Kıtlık döngüsünün içinden çıkmanın yolu “vermek”ten geçiyormuş, yaşam öğretti.
Emek ve zaman verilmiş, üretiminde malzeme kullanılmış bir armağanı ya da başka şeyleri alırız, para veririz, parayı alan o parayı ihtiyacını karşılamak üzere kullanır. Dolaşsın, dolaşıma girsin armağan da, sevgi de para da… Evlerin o kapalı durmuş salonları şenlikli kutlamalar için kullanılsın artık dost sofralarla… Babaannemle dedemin vefatından sonra gardıroplarından hiç giyilmemiş onca don ve fanila çıkmıştı. Yırtık, yamalı donlarla gittiler bu dünyadan, giymeye kıyamadılar o fanilaları. Sonraya saklamak, kıyamamak, istiflemek… aaah ahhh… hep bunlar kıtlık bilincindenmiş a dostlar. Eski giysilerin zamanı geçti, yeni giysiler giydirelim kendimize, hayallerimize. İyiye, güzele, hafife ve yeniye layığız çoktan. Kıyalım artık, kullanalım güzel günlerde, ömür geçiyor, verelim hayata şu armağanlarımızı da görünür olsunlar, onlar da rahatlasa, biz de…
Hayallerimizi biz seçmiyoruz ya sonuçta, hayaller bizi seçiyorlar onlara aracılık etmemiz için, belki de aynı nedenle, varoluş amaçlarını tamamlamak ve artık görünür olmak için.
Yayın demişken, “Orman Televizyonu” Instagram’da çiçekler, ağaçlar ve manzaralarla yayına başladı, parayla ilgili kalıpları kırmakla yayına devam ediyor. Armağan, verme-alma dengesi, paranın güzel amaçlar için güzel biçimlerde kullanımı, kıtlık bilincinden uzaklaşmada armağanın rolü gibi konularda konuşmak üzere yola çıkıyorum, Kutsal Ekonomi Çemberlerine Antalya’dan başlıyorum. Parayla ilgili algımızı değiştirmeye de hizmet etsin benim varlığım.
Ne zamandır istediğim bir şeyi yapmanın mutluluğunu ve heyecanını yaşıyorum, artık ertelemeye yerim kalmayınca oluyormuş demek! Çok da şeyetmemek lazımmış.
Bundan sonra her yazı günü “sabahtan” yazmaya var mısın Ayşecim? Varım!
Ohhhh, sonunda hepsini bağladım galiba!
Huhhh!
Varoluşa hizmet için bahçenin çiçeklerini dermeye, armağanlarımı vermeye devam.
Bereketli olsun!
YORUMLAR