Terleme çadırı töreni

Taa geçen yılın Eylül ayından beri eski günleri anlatmamışım, hayat o kadar hızlı akmış ki bir durup da geriye bakamamışım.


En son durum, yayına hazırladığımız, çevirisi tamamlanıp bana teslim edilmiş bir kitabı düzeltiyorum ve tam da Terleme Çadırı bölümünü bitirmişim ki Olympos’tan Atalay bizi Terleme Çadırı Törenine davet etmiş.


Tarih 10 Aralık 2011. Her şeyi hazır edip anneyi gece sıcak tutacak şekilde evi düzenleyip öğleden sonra gibi yola koyuluyoruz Selahattin’le. Bizden başka on kadar kişi var törene katılacak, ruhsal olarak şifaya acil ihtiyacı olanlar öncelikli olarak yaklaşık sekiz kişi çadıra girecek. Biz zaten törene izleyici olarak katılmak durumundayız zira annemizi uzun süre yalnız bırakamayız, dönmemiz gerek.


Töreni yönetecek kişi Lakota Blackfoot kabilesinden Jack, yanında iki de Alman yardımcısı var. Tanıştıktan ve Jack’ten yapacaklarımızla ilgili bilgi aldıktan sonra ormana dal toplamaya gidiyoruz, esnek ve uzun dalları erkekler bulup kesiyor, elbirliğiyle kucaklayıp tören alanına taşıyoruz kesilenleri. Ayrı bir ekip çadırın kurulacağı yerdeki çemberi işaretleyip etrafında dalların gireceği oyuklar açıyor. Kesilen dallar bu oyuklara yerleştirilip tam karşısındaki oyuğa sokulunca ve bu iş çember boyunca tekrarlanınca ortaya kubbe görünümlü bir yapı çıkıyor. Jack, kubbenin dallarını birbirine tutturmamız için bize yanında getirdiği mavi bez şeritleri veriyor, onları bağlıyoruz sonra da üzerine battaniyeleri ve koruyucu örtüsünü yerleştiriyoruz, kapı aralığı bırakıyoruz, çadırı hazır ediyoruz. Çadırın içinde bir çukur açılıyor ve çıkan toprakla çadırın doğuya bakan kapısının yakınına sunak yeri hazırlanıyor. Çiçeklerle, yapraklarla, kozalaklarla süslüyoruz sunağımızı.


Jack, kabilesinden bu töreni yapmak üzere yetki almış, deneyimli bir kişi. Heyecanla hazırlıkları izliyoruz. Ateş yeri hazırlanıyor, Jack her bir taşı dualarla, onlarla tek tek konuşarak seçiyor yerden, Biz de taş toplayıp Jack’e götürüyoruz, o beğendiklerini seçiyor içlerinden, kendisine uygun gelen yere yerleştiriyor.


Yardımcılar önce kendilerini sonra da törene eşlik edecek davulu, pipoyu, tören alanındaki herkesi tütsülüyorlar. Akşam çöktüğünde bu sefer de kuru dal toplamak için dağılıyoruz ormana, fenerler eşliğinde. Kocaman bir ateş yerimiz, çatılmış koca bir odun yığınımız oluyor. Büyük bir çember halinde ateşin etrafında toplaşıyoruz.



Kalın dallardan oluşan ateşimiz dualarla yanıyor. Jack’in dolaştırdığı tütün kesesinden bir tutam alıp, içimizden şifa niyetimizi söyleyerek elimizi kalbimizin üzerinde tutuyoruz. Sonra hep birlikte her bir yöne dönüyoruz, Jack kendi dilinde dualar ediyor, törene görünür görünmez tüm dostlarımızı, rehber ruhlarımızı, güç hayvanlarımızı davet ediyor, şifa olmasını diliyor. Tütünlerimizi sırayla ateşe sunuyoruz. Ateş harlanınca üzerine büyük tencerelerde, güğümlerde sular yerleştiriliyor.


Jack, Atalay’ı “ateş koruyucu” olarak ilan ediyor, Atalay onun yönlendirmeleriyle, kor haline gelip kızaran taşları yaba ile sunağa götürüyor, orada dua ettikten sonra çadırın içine taşıyor. Çadırın içinde açılan çukura bu taşlar yerleştiriliyor ve kaynayan sular taşların üzerine boca ediliyor.


Bu tören öyle bir şifa kaynağı oluyormuş ki, sadece çadırın içine girenler değil, tören için orada olanlar da şifalanıyormuş, hatta yöreye bile faydası olurmuş bu şifanın. Terleme çadırının şifası, Yeryüzü’nün gebe olmasına ve içine girenleri yeniden doğurmasına benzetiliyor. İçerideki buhar göklere yükseliyor ve katılanların terleri toprağa düşüyor, döngü tamamlanırken arınma hem fiziksel hem de ruhsal anlamda gerçekleşiyor.


Terleme Çadırı dört bölümden oluşuyor. İlk bölüm affetmekle ilgili, bir nevi Karma temizliği anlamına geliyor, önce kendimizi sonra diğerlerini affediyoruz. İkinci bölümde Yaratıcı’dan neye ihtiyacımız varsa onu istiyoruz. Törenin üçüncü bölümü şifalanmanın gerçekleştiği zaman. Son bölümde de Terleme Çadırı törenine katılanlara, katkıda bulunan herkese ve mekâna şükran sunuluyor.


Törenimiz dolunaya denk gelmiş; ormanın ortasında, ıssızlığın içinde, yıldızların altındayız, bir de ay tutulması eşlik ediyor törene, büyülü atmosfer iyice büyüyor, nefeslerimizi tutuyoruz, içim ürperiyor, o anda orada olmaktan inanılmaz bir keyif alıyorum, yerli halkların bilgeliği ile bu kadar yakından ilgilenince hayat bana bir sürpriz yaptı, şükranla doluyorum.


Bu benim kutsal kadim törenler ile ilk karşılaşmam…Yayınlanacak olan kitabımızda tanıştığım haliyle kutsalın gerçek anlamını, şifanın her şeyden, her yerden ve herkesten geldiğini, niyetin ve tören protokolüne riayet etmenin ne kadar önemli olduğunu idrak ediyorum. Törenler Yeryüzü ile konuşmanın dili, saygı şifanın önemli bir parçası imiş.



Şarkılarla, davulların eşliğinde dualarla, sessizlikle geçen törenin ilk iki bölümüne katıldıktan sonra eve dönüyoruz. Hayat eskisi gibi akıyor, sonraki günlerde kitabı düzeltmeye devam ediyorum.


Ve evet, törenler şifalıymış. Bunu on beş gün sonra hayatımızı değiştirecek olayları yaşadığımızda anlıyorum.


Devamı yine sonraya kalsın….Törenlerin şifası herkese ulaşsın…


Meraklısına not: İstanbul’dan Bodrum-Gümbet’e, oradan Antalya-Çıralı’ya, daha sonra da şimdi olduğumuz yer Beycik’e uzanan hikâyemizi 2013 Mart’ından beri bu köşede aralıklarla anlatıyorum. İlk kez okuyanlar için faydalı olabilir.


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.