Uyanış!

Bahçemizde katıldığım bir şifa töreni inzivasında bolca içe dönüşler yaşadık, benim ve katılan arkadaşlarım için çok özel anlar gerçekleşti. O yüzden bu hafta yazım bir gün geç yayınlanıyor. Toplu halde yaptığımız çalışmalar sırasında şifanın yayılması için dualar etmiş, sonsuzluğa göçmüş sevdiklerimizi de bu vesileyle anmışken, ertesi gün aldığımız haber üzerine yüreklerimiz yangın yeri oldu. Söylenecek söz yok.


Bu hafta için hazırladığım yazı bir fark edişler silsilesi içeriyordu oysa, üstelik bu tören için de niyetim dengemi bulmak üzerineydi, o yüzden yazımı yayınlamaya karar verdim. Umarım yaşananlar uyanışımıza vesile olur. Uyanışı seçeriz. Aydınlığı seçeriz. Dengeyi buluruz artık… Kaybettiğimiz canları rahmetle anıyorum. Hem tören sırasında hem de yazıdaki anlarda yaşadıklarımın kucakladığı umudun, kalplerimize biraz olsun ferahlık vermesini diliyorum. Şifa gelsin artık bu topraklara, hep birlikte şifalanalım… Şafak vakti yakın…


**

‘…Erken yatıp erken kalkıyoruz ya bu aralar, geçen akşam yine aynı saatlerde bir uyku bastırdı. Yatak beni çekmedi, defter kalem çekti, bir şeyler not almaya başladım. Yazıyorum yazıyorum, yazı akıyor, uyku bir taraftan çekiştiriyor.


Birden içimden bir ses yükseldi: “Uykuya geri dönme!”

Bu sesi bir yerlerden hatırlıyorum… Uzanıp hatırladığım ilk kaynağa ulaştım, kitabı raftan alıp heyecanla ilk sayfayı açtım.


“Nefs Yolu” (Okuyan Us Yayınevi, Flora Dizisi – Beş) adıyla dilimize çevrilen Soulcraft isimli kitabında Bill Plotkin açılışı Mevlana’nın şu sözleriyle yapmış:


“Şafağın sana söyleyecek sırları var,

Uykuya geri dönme,

Gerçekten istediğin şeyi sormalısın,

Uykuya geri dönme.

İki dünyanın birbirine tutunduğu kapının eşiğinden insanlar girip çıkıyor,

Kapı dönüyor ve açılıyor,

Sakın uykuya geri dönme.”


İçim heyecanla kabardı, dayanamayıp Selahattin’e de okudum, sonra ona dedim ki, “Bak Mevlana da erken kalkın, gün doğmadan kalkın diyormuş, şafağın sırları varmış, notlarımı alayım derken geçe kaldık, ben artık yatıyorum, yarın da inşallah şafakla kalkmaya niyet ediyorum… Uykuya geri dönme.”


Uykuya gittim, yatağıma koştum heyecanla. Kafamın içinde aynı ses dolanıp duruyor: “Uykuya geri dönme!” Böyle böyle uyuyakalmışım.


Birden Selahattin’in yataktan kalkışını duydum, gözlerimi araladım, güneş yeni doğmakta, ışığı gözlerimi aldı ve birden yataktan şu seslerle doğruluverdim: “Hiiiii, doğmuuuşş!” Tüh! Kaçırmışız! Çok ani kalktım, sersem oldum, zaten evin içi soğuk şu an, madem kaçırdık geri yatayım bari. Selahattin de aynı şeyleri hissetmiş herhalde ki, o da geri yattı.


Yattım ama ne mümkün yeniden uyumak! Kafamın içinde yine aynı ses yankılanıyor: “Uykuya geri dönme!” Selahattin’in derin bir nefes alışını duyar duymaz kıpırdayıp gözümü açtım, o da gözünü açıp beni gördü, “naber” derken göz kırptı,”iyilik” dedim ve ikimiz de aynı anda kalkmaya meylettik, aynı şeyi hissetmişiz meğer, aynı anda yataktan kalktık. N’apalım, şafakta kalkamadık. Olsun, biz de şimdi kapalı mekânımızın olmasını hayal ettiğimiz yere gideriz o zaman, belki günün ilk ışıklarının bize yaşatacağı armağanları vardır.


Selahattin bahçede giydiği eski ayakkabısıyla, ben bahçe terliklerimle yola koyulduk.


Arka bahçenin ilk ışık alan yerine, doğuya doğru yürürken, güneş sürprizlerini yapmaya başlamıştı bile, çiğ taneleriyle aydınlanmış yeşil yol ve gündüz ışığıyla fark edilmeyen onlarca örümcek yuvasının oluşturduğu pamuk beyaz kümeler! Ne büyülü bir an!


Nereden nereye kadar gelsin bu mekân, adımlayıp içinde gezindik. Sonra kafamızı kaldırıp etraftaki büyük ağaçlara bakarken bulduk kendimizi. Balkon gibi bir düzlükteyiz, aşağıda devrilmiş ağaçlar görünüyor. Hadi gidip o devrik ağaçlara bakalım, ne yöne yıkmış onları rüzgâr, inceleyelim!


Bir alt taraçadaki ormana iniverdik. Karşımızda küçük bir tepe var, güneş ağaçların arasından ne güzel parıldıyor. Hadi o tepeye inelim. O tepe de bir başka balkon adeta. Üst üste yığılmış taşlar, yosunlar etraflarını sarmış, bastıkça bazıları oynuyor. Yıkılmış bir mekân ama nasıl bir yerdi ki burası? Büyükçe bir basamaktan inmişiz gibi arkamıza baktık, iki ayrı öbek halinde taş duvarlar, belli ki çok eskilerden kalma.


Bu toprakların ataları burada ne yapmış olabilir? Ne için kullanıyorlarmış bu yapıyı acaba? Hah! Bence burada gün doğuşunu seyrediyorlar, bir taraftan da bir şeyler atıştırıyorlardı kesin! Karnım hafiften acıkmaya başlamıştı galiba.


A aaa karşıda bir tepe daha varmış, hadi o tepeye de gidelim!


Tepeye vardığımızda derenin sesi iyice duyulur olmuştu, kafamızı bir kaldırdık ki gümüş dere karşımızda akmakta. Nefesimiz kesildi. Sağımızda solumuzda kıvrılarak akan dereyi gördüğümüz bir tepedeyiz, aşağısı derin bir uçurum! İşte günün bu erken saatinde burada, ormanda olmanın bir sürprizi daha! Bonustepe’nin yukarısında bir başka manzaralı gün doğuşu / aydoğuşu tepesi. Hadi burası da Seyirtepesi olsun!


Şafağın sırlarını öğrenemedik belki ama erken kalkmanın armağanlarını ormandan aldık. Şimdi artık dönüş vakti, sıra kahvaltıda.


Hayatımıza hoş geldin Seyirtepemiz!

İlk fırsatta şafak vakti sendeyiz!’





YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Bu sozlerin batini manasinda bircok sır gizli.Kapıdan insanlarin girip cikmasi bizzat yasamin baslamasi ve bitisi yani ölüm ve dogum.Uykuya geri donme deki mesaj aslında gaflete dalma olsa gerek.Nefsi terbiye et demek.Safagin sana soyleyecegi sırlar var.Sabah ezani vakti 45 dk si ciktiktan sonraki vakit kusluk vaktindeki ibadetin kullukta birçok saklı kapılari kesfe aciliyor.Istedigini sorman ise.Aslen sorman ardina dusmen gerekene odaklanmani istemesinden mevlananin.Kimsin?Nerden geldin ?Nereye doneceksin? Hayatini ne amacla yasiyorsun.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.