Huzurda kalmak
Bu sonbahar yağmursuz geçti ama bize de muhteşem renkler armağan etti. Sararan yapraklar sapsarı, kızaranlarsa kıpkırmızı oldular dökülmeden önce.
İstanbul yolculuğum öncesi yine komşu bahçedeyiz. Bahçenin renkleri iyice coşmuş! Ahhh fotoğraf makinesini almadık! Nasıl anlatabilirim gördüklerimi?
Her yer o kadar güzel görünüyor ki. Oturduğum balkonda kalakaldım, güzellikleri seyrediyorum. Selahattin bahçenin aşağı kısmına inmiş bile, beni çağırıyor:
"Aaayyşeee gel de şuna bak!"
"Akçaağacı mı gördün yoksa" diye soruyor Ali.
"Evet ya. Şahane olmuş! Gel de bak Ayşe! Gelin gibi!"
Ben de hevesliyim, gelicem gelicem de baktığım yerden ayrılamıyorum, gördüğüm güzelliklere bakmaya doyamıyorum ki. Dağlar akşamüstü güneşinin yatay ışıklarıyla aydınlanmışken, gölgede kalan yerlerle muhteşem bir kontrast oluşturmuş. Karşımdaki yabani armut ağacına sarılan asma yaprakları kızarmış, kuşlar cikirdeyip duruyor, tavuklar sağda solda konuşa konuşa geziyor. Sonunda yerimden kalkıyorum.
Lavantaların arasından aşağı doğru inerken Selahattin de yukarı geliyor, karşılaşıyoruz. "Git de biraz zaman geçir yanında"diyor. Taştan taşa sekerek yürüdüğüm yolun tam karşısında uzaktan görüyorum onu: Japon akçaağacı. Farkedilmeyecek gibi değil!
Yavaş yavaş yaklaşıyorum ve sonunda oradayım. Allahım, bu ne güzellik! Önceki yıllara göre daha da büyümüş ve bu yıl yaprakları kıpppkırmızı olmuş.
Fotoğrafını çekemediğim için internetten bir Japon akçaağacı fotoğrafı ekliyorum.
"Sen ne güzel olmuşsun öyle, ne kadar güzelsin, maaşallah sana!" Gören kendi kendime konuşuyorum sanır, ama ben akçaağaçla konuşuyorum. Yapraklarını seviyorum, okşuyorum.
Kendiliğinden şu sözler dökülüyor dilimden: "Huzurda olmak!"
Şaşkınlık gibi bir hisle sağıma soluma bakınıyorum. Solumda gördüğüm servileri, sağımdaki ulu çamları ve ayağıma sürtünerek mırıldayan kediciği farkediyorum aynı anda. Yaratıcım bana her birinde görünüyor ve yüce bir varoluşun huzurunda olduğumu hissediyorum. İçim titriyor, tüylerim ürperiyor. Evet ya, huzurdayım. Yaratıcının ve onun kusursuz yaratımlarının huzurundayım. Bu büyülü anın parçasıyım! Kendi varlığım diye bir şey kalmamış, güzelliklerin içinde erimişim de o güzelliklerin her biri ve hepsi olmuşum sanki!
Ellerimi birleştiriyorum ve tüm o güzelliklerin karşısında saygıyla eğiliyorum...Namaste! Gözlerimden yaşlar süzülüyor. Eğilip kediyi sevmeye başlıyorum. Aşk işte bu, canlıyla, cansızla, kediyle, taşla farketmiyor.
Güneş yavaş yavaş kayboluyor, serinlik çökmeye başlıyor. Taş basamaklardan yukarıya, eve doğru yürüyorum. Balkondaki sallanan sandalyeye oturup derin bir nefes alıyorum ve defterime yazmaya başlıyorum:
Huzurda olmak ve huzurlu olmak.
Bu güzellikleri yaşamak herkesin hakkı. Hayatına dokunduğum herkese böyle bir hayat yaşayabilme hakkını farkettirebilmek için gelmişim dünyaya. Yaratıcının parmağı olan güzellikleri gösteren parmağım sadece bir araç. Güzel şeylere vesile olabiliyorsam ne mutlu bana. Olduğumu biliyorum, hissediyorum, şükürler olsun. İlla bir şeyin neferi olacaksam da daha güzel bir dünyanın neferi olayım. Ne neferi???? Dile getirdim ya, artık onu da salıveriyorum.
Şu güzel ışığın, ormanın, kuşların huzurunda tüm bir yaşamın özgürce varolabilmesi için elimden geleni yapmaya söz veriyorum, kendimi doğanın huzurunu herkesin yaşayabilmesine adıyorum.
Gerçek yaşamın mayası hepimizde çoğalsın.
YORUMLAR