Cennet mekânlar…
Hepinizin başına gelmiştir sanırım, siz daha leb demeden karşınızdaki canınızın leblebi istediğini hisseder de uzatıverir bir anda size. O anda ihtiyacınız olanı anlamış ve bir anda meleğiniz olmuştur.
İnsanları tanıştırmayı çok seviyoruz ya, bir İstanbul gezimizde bir arkadaşlarımızı ziyaret etmeye niyetlenmiş, aynı zamanda onlara yakın oturan bir başka arkadaşımızı da onlarla tanıştırmak için davet etmiştik. Yasemin bizi beklerken çayı hazırlamış, biz gelince bardaklara doldurdu ve yanımızda getirdiğimiz tuzlu kurabiyelerle birlikte sohbete başladık. Bir taraftan da Şeniz’i bekliyoruz. Yasemin bir ara sesli düşündü, kendini hazırlıksız hissetmiş olsa gerek, şöyle dedi: “Keşke tatlı bir şeylerimiz olsaydı.”
O sırada meğer su da bitmiş ama saat de geç olduğundan eve sipariş veremeyeceklerini fark edince, Yasemin sevgilisinden bakkala giderek su ve ekmek almasını rica etti. Korhan biraz sonra bakkaldan iki adet beş litrelik su şişesiyle döndü ama maalesef ekmek bitmiş. “Tüh” dedi Yasemin, “üzerine krem çikolata sürecektim, neyse, sağlık olsun.”
Derken kapı çaldı, kapıyı açtık, gelen Şeniz, kucağında bir kraft kesekâğıdı, içinde bir kocaman ekmek ve bir de kek! Hepimiz şaşkın bir halde “a aaaaa” diye sesler çıkarırken Yasemin Selahattin’e döndü ve sordu: “Sen mi söyledin?” “Yooo.” Sonra bana döndü aynı soruyla: “Peki sen mi söyledin?” Ben de aynı cevabı verdim: “Yooo, ben de söylemedim.”
Birbirini henüz tanımayan insanlar yürekten nasıl bir bağlantı kurmuşlarsa artık, evren birini diğerine melek olarak atayıp ihtiyacını onun aracılığıyla göndermişti. Ekmeklere sürülmüş çikolatalar eşliğinde çayımızı yudumlarken beni çok etkileyen bir olumlamayı düşündüm: “İhtiyaçlarım ben daha onları dile getirmeden karşılanıyor.”
Birbirimizin ihtiyacını hissedip yardıma koştuğumuzda nasıl da cennet oluyor dünya, masada birisi için sandalye eksikse ve birisi kapıp getiriyorsa cennet oluyor o mekân. Uzun tahta kaşıklarla yemeye çalışıp aç kalanların olduğu cehennemden ve o uzun kaşıklarla birbirini besleyenlerin olduğu, herkesin doyduğu cennetten bahseden öyküyü duymuşsunuzdur belki.
Günlük hayatın küçük işleriyle meşgul olan zihnimiz bulanıyor da bazen, duyamıyoruz birbirimizin ihtiyacını, hissedemiyoruz. İnsanız işte, yenik düşüyoruz ruh hallerimize, bazen kırabiliyoruz birbirimizi isteklerimizi, ihtiyaçlarımızı dile getirirken. Çok sevdiğimiz bir Serdar Ateşer şarkısındaki Murathan Mungan’ın sözleri gibi:
“kırarız birbirimizi
incitiriz
ahhhh istemeyerek
istemeyerek
seviliriz reddederiz
severiz istenmeyiz
ahh istemeyerek
değişmek gerek oysa
büyümek gerek
düşlerimiz çocuk, kendimiz çocuk
kaç aşktan
kaç dostluktan
kaç oyundan kovulduk
istemeyerek
kötü değiliz
belki mızıkçıyız biraz
yalancı neşeler saçma düşlerle avunduk
kızdık mı
küstük mü
hırçınlaşırız
aahh istemeyerek”
Bilmeden neler yaptık bu güne kadar, istemeden ne kalpler kırdık kim bilir. Şimdi artık biliyoruz, Şiddetsiz İletişim yönteminden haberdar olduk bir kere. Yürekten İletişim diye de bilinen bu yöntem, çatışmaları çözmekte oldukça işe yarıyor. Yargı, suçlama ve değerlendirme yapmadan gözlemlemek; bu gözlemin oluşturduğu duyguyu ifade etmek; duyguyu yaratan ihtiyacı belirlemek ve bu ihtiyacı ifade ederken seçeceğimiz dilde, talep oluşturmayacak biçimde ricayı tercih etmek Şiddetsiz İletişim’in dört temel adımı. Empati, her durumda olduğu gibi bu konuda da yardımımıza koşuyor ve iletişimimizi kurarken bize uygun zemini hazırlıyor.
Şiddetsiz İletişim’le tanıştıktan sonra şiddetli iletişim dilinin nasıl da içimize işlemiş olduğunu fark etmek inanılmaz bir dönüşüm yarattı bende. Umarım sizler de sihirli değnek gibi iş gören bu muhteşem yöntem ile tanışır ve tez zamanda hayatınıza nüfuz etmesine izin verirsiniz.
İhtiyaçlarımız rehberimiz olsun. Çemberlerde ihtiyaçlarımızı dile getirebilelim.
Umulur ki o zaman her birimiz birbirimize melek olmuş halde, yeryüzündeki cenneti yaşama yolunda bir hayli ilerlemiş oluruz.
YORUMLAR