Ve postacı kapıyı ikinci kere çalar!

Yine 2000 yılı. Geziyoruz, dolaşıyoruz, suyu, güneşi aramaya devam ediyoruz. Batı Akdeniz bölgesini Anamur’dan Köyceğiz’e kadar tarıyoruz. O ne güzel karlı dağ manzaraları, eşsiz ışıklar altında rengârenk tepeler, ormanlar. Dağlarda ya gözümüz, hep yukarılarda yerler arıyoruz. Heyhat! Her yer çok güzel! Öyle yerler var ki, insanın oraya bir Zen manastırı kondurası geliyor. Peki, biz şimdi ne yapacağız? Nasıl karar vereceğiz nereyi seçeceğimize?


Güneş az ya da çok her yerde var da, su derseniz, işte o her yerde yok. Bir bahçe yapmak istiyoruz biz, Akdeniz ikliminde yetişen yerel bitkileri korumak, egzotik bitkileri sergilemek istiyoruz bahçemizde. Bu amaçla pek çok çiçeği, ağacı ve çalıyı ya tohumdan ya çelikten büyütmüşüz zaten. Onları artık kendi topraklarında yaşatabilmek için suya ihtiyacımız var. Su da en çok bu bölgede var. Yolculuklarımızı yaparken buna yakından şahit oluyoruz, belli bir bölgeden sonra su kıtlaşmaya başlıyor.


Düşünüyoruz, taşınıyoruz. Öncelikle, buraların havasına, suyuna çok alışmışız. Aracımız bozulsa tamir edecek ustamız var, pazardaki satıcıları köylerinde ziyaret etmişiz, arkadaş olmuşuz, her fırsatta torbalarımıza fazladan bir şeyler dolduran pazarcılarımız var. Şahane komşularımız var, boş zamanlarımızda görüşüyoruz, bize evlerini, bahçelerini açıyorlar, sebzelerini, meyvelerini paylaşıyorlar. Neredeyse herkesi tanıyoruz artık. Yeni bir yer, bu ilişkileri yeniden kurmak demek. Bizse buradaki halimizden memnunuz. Yöredeki esnafa da komşularımıza da çok alışmışız.


Medeniyetten çok uzak olmamalıyız. İnsanlardan kaçmak değildi zaten buralara göçme amacımız. Tersine, onları doğaya davet etmek, doğada zaman geçirmeleri için mekân oluşturmak, en temelde de doğayı sevdirmek için istiyoruz bu bahçeyi yapmayı. İşte bu yüzden de ulaşılabilir olmalıyız. Ama bir o kadar da izole.


Sonunda bir karara varıyoruz: “Biz bu civardan çok uzaklaşmamalıyız.”



Evren yine sesimizi duymuş olmalı, bu kararımızı açıkladıktan birkaç gün sonra, Çıralı’da, Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin ofisinde çalışan arkadaşımız heyecan içinde geliyor: “Bugün muhtarla Beycik’e gittik, âşık oldum ben Beycik’e. Ne güzel bir yermiş. Havası da çok güzel. Siz neden Beycik’te yer bakmıyorsunuz?”


Bakmıştık halbuki biz Beycik’teki yerlere daha önce ama hem villalar yapılmaya başlamıştı daha o zamanlardan, hem de bu yüzden arazi fiyatları çok yükselmişti. Biz de oralarda yer alamayız diye düşünüp vazgeçmiştik.


“Siz yine bakın” diyor Emine, “ben çok beğendim Beycik’i”.


Ne yapsak, bir daha yer arasak mı acaba Beycik’te?


Tamı tamına bir gün sonra, oturduğumuz evin sahibesi Cemile teyze uğruyor ve bilin bakalım ne diyor?


“ Yer arıyorsunuz ya, şu benim Beycik’teki yere bir baksanız, belki beğenirsiniz.”


“Bakmıştık biz oraya yıllar önce Cemile teyze, oğlun götürmüştü, ama sonra yakındaki anayolun karşı tepesine çöp alanı ilan edildiği için vazgeçmiştik. Neme lazım kokusu gelir falan diye. Hem zaten pahalı yer Beycik.”


“Beycik’in dışında ya benim yer, yolu yok, ücra bir yer orası, çok pahalı değildir, ben zaten size uygun fiyata vericem, bir bakıverin be kuzum, sevaba girersiniz, oğlumu evlendireceğim.”


O karşıki tepe, Cemile teyzenin yamaçtaki taraçalı arazisine uzaktı ama Çıralı’ya çok yakındı ve o zaman köy halkı olarak durumu protesto etmiş, alana çöp dökülmesini önlemiştik, sonra da o çöp alanı kaldırılmıştı. Üzerinden neredeyse bir altı yıl geçmiş, biz de bu arada arazinin varlığını unutmuşuz bile.



Olur, mu olur?


“Eh, senin hatırın için bir daha bakalım teyzecim, ne yapalım.”


****

Cemile teyzemizin çocukluğu, genç kızlığı buralarda geçmiş, Beycik’li, ekmiş biçmiş bu dağlarda, keçi gütmüş, Ulupınar’dan Mustafa amcaya gelin gitmiş sonra. Anaç, bilge bir kadın. Fırsat buldukça onu ziyaret ettiğimiz için de çok mutlu oluyor, bizi çok seviyor. İlk fırsatta sözleşip araziyi görmeye gidiyoruz.


****

Güneşli bir bahar günü Cemile teyzenin peşi sıra, anayoldan sapan toprak yola kıvrılıyor, ormanın içinde yürüyerek, ağaçların arasındaki bir patikadan inip karşımıza çıkan dereyi taştan taşa atlayarak aşıyor ve yokuş yukarı tırmanıyoruz. Yumuşak bir kıvrımla, bakacağımız araziye komşu olan düzlüğe ulaşıyoruz birlikte.


Cemile teyzenin arazisine varınca da durup şöyle bir etrafa bakıyoruz ve yine, önceki ziyaretimizdekinin aynısı bir his geliyor ikimize de: “Şu düzlükler de olaymış iyiymiş.”


Cemile teyzeye fikrimizi söylüyoruz: “Sağımıza solumuza kimse gelsin istemiyoruz biz, senin arazinin yanındaki bu yerleri başkaları alırsa olmaz, o yüzden de vazgeçmiştik zaten. Oraları da alabilseymişiz olurmuş.” Bu son cümleyi bir hayal gibi söyleyiveriyoruz. Çıkıyor ağzımızdan bir anda.


“Mustafa amcanız diğer yerlerin sahipleriyle tanıştırır, konuşturur sizi, bakarsınız anlaşırsınız, oraları da alırsınız o zaman,” diyor teyzemiz.


Aynı yer yıllar sonra tekrar karşımıza çıkıyor ya, hayırdır inşallah!



Kim bilir? Belli mi olur?


Kader yine ağlarını örüyor galiba.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.