Bahar sarhoşları...
Başlangıçta ateş vardı.
İnsanlar ateşler yakardı o dağların başlarında. Baharın gelişiyle yaşamın tazelenmesini kutlarlardı binlerce yıldır.
Şimdi de aynı nedenle bir araya gelmişlerdi de bu kez başka bir şeyi daha kutlayacaklardı. İçlerinden birine bir yuva yapmışlardı imeceyle; pek çoğunun eli çekiç tutmuş, tek tek birleştirmişlerdi tahtaları, yurdu, çatıyı… Kubbeyi ayaklandırırken birbirlerine Hızır olmuşlardı...
Hızır’ın kalbi temiz, Allah'a inanan insanlara yardım ettiğine inanırdı ataları; uğradığı yerlere bolluk, bereket, zenginlik sunarmış.
Dertlilere derman, hastalara şifa verirmiş.
Bitkilerin yeşermesini, hayvanların üremesini, insanların kuvvetlenmesini sağlarmış.
İnsanların şanslarının açılmasına yardım edermiş.
Uğur ve kısmet sembolüymüş.
Mucize ve keramet sahibiymiş...
Başlamıştı da çoktan yaşam, insanlar kutlamayı unutmuşlardı zamanla. Akıl edememişlerdi yüreklerinin yolundan gitmeyi. O, atalarının da yoluydu oysa...
Şimdi hatırlıyorlar bir bir, bil bil…
Yüreklerinin yolunu biliyorlar bir bir…
Yürekleri pır pır ederken bildiler ilk. Akıllarıyla o bildiklerini bulmaya uğraştılar. Onları pır pır ettiren, titreştiren o aynı heyecandı da; akılla yol bulunmazdı ki…Yüreğin gözüyle bulunurdu bu yol…
İçlerinde çoktan yanmaya başlamış bir ateş vardı. Onun ışığıydı yollarını bulduran… Bu ateşe de biraz odun gerekliydi daha harlı yanması için. Işık çoğalmalıydı…
"Hava soğuk; bazen yağmur yağıyor, ellerimiz ayaklarımız üşüyor…Kuru dal toplamalıyız. Bahçeye ve ormana dağılıyoruz, dalları topluyoruz, bir yandan düşünüyoruz, aslında kalbimize düşenleri okuyoruz, hayat bize neler söylüyor… Hedef kuru dallar, güzergah orman; dallarla aramızdaki zaman ve uzay yayılıyor, genişliyor, açıldıkça açılıyor, üşümeyi unutup derin nefesler alıyoruz ve o nefeslerle ısıtıyoruz kendimizi - üşüyen ellerimizi hohlayarak ısıtmamız gibi- hayatın nefesi ile ısınıyoruz. Hedefe kitlendikten sonra, yolda gördüklerimizden öylesine mest olmuşuz ki üşümek diye bir şey yok. Aklına gelmeyince varolmayan kavramlar gibi eriyip gidiveriyor üşümek de. Sıcağız artık; sımsıcak, ateşin hayaliyle...
Başlangıçta ateş vardı…
Gündüz güneş akşam odun ateşi, ısı ve ışık için. Ateşi yakmalı, ateşi çoğaltmalıyız...
Ateşe odun taşımalıyız; yılmadan, üşümekten korkmadan, sabırla...Akşam o ateşin başındaki sıcaklık, ateşin sıcaklığından da çok olacak; insan sıcağı olacak, o da içimizi ısıtacak... Haydi kolay gele...İyi yolculuklar..."
Bin yıldızlı göğün altında, o gece ateş başında bir hayali hatırladılar. Atalarının kurduğu hayali... Akıllarında tutmadılar, yüreklerinde sakladılar. Zamanı gelince, o büyük özün özü, özün sözü yeşerecekti gelecek nesillerin de kalplerinde. Ve onların da her biri başka bir çiçek olacaktı…
Ateşin ışığı parladı gözlerinde…Rengarenk ışıklar olup saçıldılar yeryüzüne…
Hayallerini çizdiler ve bahçedeki pembe gülün dallarına iliştirdiler bir bir…
Kutluyorlardı bir araya gelişlerini…Tohum olup, ışık olup saçılmadan, ateş olup yanmadan önceki o son anı paylaşıyorlardı.
Sabah gün doğmadan önce evlerinin kapılarını, pencerelerini açtılar; bereketi çağırdılar, buyur ettiler içeri…Her kapının üzerine yedi ayrı çiçekten toplayıp astılar. Sonra dileklerini çizdikleri kağıtları topladılar bir bir; en güzel şarkılarını gün doğumunda söyleyen kuşların eşliğinde dereye indiler hep birlikte; kızıllık ormanda dansediyordu… Kağıtlarını suya bıraktılar. Denize ulaşsın hayalleri diye dua ettiler…
Çember olup dansettiler sonra…Kahkahalar göğe ulaştı, adımlar her yöne doğru atıldı. Ellerini birleştirdiler; bir dua daha ettiler sessizce; sonra bir an…
Saydılar…
1…2…3…
Pırrrrrrrrrrr …diye açtılar ellerini gökyüzüne; salladılar kollarını; parmak uçlarını kıpırdattılar… Sanki ellerinde yıldız tozları vardı da göklere saçıyorlardı. Ayaklarını da salladılar; parmak uçlarından da dışarı aktı o dua… Toprağa ulaştı…
Suya da bir dua okudular, aynı tastan su içtiler sonra…Ve sonra şükrettiler, yaşama ve bir araya gelişlerine…Bu büyük şükran ve bereket duasından sonra daha da bir ferahlama geldi yüreklerine…. Hep böyle olmuştu binlerce yıldır. İyi ki dostlar vardı, bu büyük aile vardı.
Artık her an yaşanıyordu mucizeler; hemen gerçekleşiyordu hayaller, bildiler…
Birbirlerine sarıldılar…
Şifa oldular…
Aşık oldular birbirlerine…
Yaşamdaki her an şenlikliydi, yaşam bir şenlikti…
Yaşam bir armağandı…
Sonra o bereketli sofralarda yaşamı da bir kez daha kutladılar…
Çoğalıyorlardı…
YORUMLAR